Malpraktis Davalarının Ülkemiz Sağlık Sistemine Etkisi

Malpraktis Davalarının Ülkemiz Sağlık Sistemine Etkisi

Millet olarak bir türlü vasat olmayı başaramıyoruz. Öyle ki vasat kelimesini bile gerçek anlamından çıkararak sanki aşağılamak, küçük görmek için kullanıyoruz çoğu zaman. Birisine şu insan nasıl biridir diye sorduğunda eğer ki cevap vasat ise, bilin ki o insandan sana hayır gelmez, bu işi yapamaz anlamında kullanılıyordur. Oysaki vasat insan, ifrat ve tefrit arasında gitmeyen, dengeli, hayırlı, mantıklı, huzurlu ve ruhen sağlıklı insandır. Ama çoğu şeyde olduğu gibi bunda da galatı meşhur olan anlam maalesef olumsuz yönde olan anlamıdır. Bugün bu yazımızda yine vasat olmayı başaramadığımız bir alan olan kötü sağlık uygulamaları (malpraktis) nedeniyle açılan davalar ve bunun sağlık sistemine etkisini irdelemeye çalışacağız.

Belki 30 yaşın altındaki nesil pek bilmez ama ülkemizdeki sağlık sistemi 1980 ve 1990’lı yıllarda gerçekten çok kötü bir durumdaydı. Doktorlara muayene olmak için neredeyse hemen her yerde onların özel muayenehanelerinden geçmen, tabir caizse güzel bir şekilde yolunman gerekirdi. Hastanelere gittiğinizde çoğu zaman doktor zamanında gelmez, siz doktora bir şey diyemediğiniz gibi kendisine karşı en ufak bir terbiyesizlik yapmasanız bile azar yemeniz sıradan bir olaydı. Doktorun yapmış olduğu kötü bir muayene, teşhis ve ameliyat için doğrudan dava açmak çok zor olduğu gibi, açsanız bile bu davaları kazanmanız neredeyse imkânsızdı. Tabir caizse 20 yıl öncesinde doktorlar kral hastalar ise kralın tebaası hükmündeydi.

Böyle bir ortamdan bugün doktoru döven, sırasını beklemesi söylendiğinde ters kelepçe taktırılıp içeri alan, haklı veya haksız olup olmadığına bakılmaksızın her konuda şikâyet eden, dava açan bir topluma dönüştük. 1980 ve 1990’larda karşılaştığımız birinci durum tabi ki tasvip edebileceğimiz bir durum değildi. Ancak şuan ki yaşanan durum da ne kabul edilebilir ne de sürdürülebilir bir durum değildir.

Üniversite ve Sağlık Bakanlığına bağlı hastaneler ile yapılan incelemelerde, son yıllarda hasta haklarıyla ilgili yapılan düzenlemeler sonucu malpraktis davalarının sayısında artış olduğu, bu nedenle doktorların riskli vakalarla ilgilenmekten kaçındıkları ve bu durumun kurumda gelir kaybına neden olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca, özellikle ikinci basamak sağlık kuruluşlarında doktorların cerrahi branşlarda ve riskli vakalarda defansif tıp uygulamasına yönelmesiyle bu sağlık kuruluşlarında uygulanabilecek tedavilerin yapılmadığı, bu nedenle hastaların üniversite ve eğitim araştırma hastanelerine yönelmesi sonucu bu hastanelerdeki hasta yoğunluğunun arttığı anlaşılmıştır.

Öte yandan açılan malpraktis davaları nedeniyle Tıpta Uzmanlık Sınavlarında özellikle cerrahi branşların tercih edilmemeye başlandığı, alınan risk ile elde edilen gelir arasında dengesizlik olduğu görülmektedir. Özellikle manevi tazminatların kişilerin zenginleşmesine neden olacak derecede yüksek olması, bu hususta hastanelerde yeni bir piyasa oluşturmuş ve  bazı avukatların acilden giren hastalar başta olmak üzere ölüm vakalarını takip ederek hastanelerle doktorlar hakkında astronomik rakamlar içeren davalar açtıkları tespit edilmiştir.

Bu hususta birkaç yıl önce bir kamu hastanesinde çalışan yardımcı sağlık görevlisiyle konuşurken çıplak maaşının o zaman için 6.500 TL olduğunu, ancak avukatlardan almış olduğu ücretin ise 10.000 TL olduğunu söylemişti. Avukatların kendisine neden para verdiğini sorulduğunda ise trafik kazaları ile acilden girenler ve ölüm vakalarını avukatlara bildirmesi karşılığında kendisine vaka başı para verildiğini ifade etmişti. Diğer bir ifade ile bazı sağlık çalışanları hastaneyi ve doktoru avukata ihbar etmekte, avukatta açtığı her dava için bu çalışana vaka başı para ödemektedir. Böyle bir uygulamanın aklen, vicdanen ve ahlaken kabul edilebilir bir tarafı olabilir mi?

Nitekim söz konusu olayın gerçekliğini Üniversite hastaneleri ile Sağlık Bakanlığı hastanelerinde çalışan personellere 2012-2018 yılları arasında açılan ve sonuçlanan dava sayıları ile talep edilen tazminat miktarlarının aşırı bir şekilde yükselmesinden de anlayabiliyoruz. 25 üniversite hastanesinde 2012 yılında açılan toplam malpraktis davası sayısı 14 iken bu sayı 2018 yılına gelindiğinde 6 kat artarak 85’e çıkmıştır. Talep edilen tazminat miktarı 2012 yılında 2.235.190,63 TL iken yaklaşık 7 kat artarak 15.417.260,15 TL’ye ulaşmıştır. Hükmolunan tazminat miktarı ise 2012 yılına göre 2018 yılına gelindiğinde 8 kat artarak 533.762,49 TL’den 4,04 milyon TL olmuştur.

Aynı şekilde Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastanelerde açılan dava sayısına bakıldığında durumun daha vahim olduğu görülmektedir. Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastanelerde 2012 yılında açılan dava sayısı 15 iken 2018 yılına gelindiğinde 25 kat artarak 381’e ulaştığı tespit edilmiştir. İstenilen maddi tazminat miktarının 1,7 milyon TL’den yaklaşık 32 kat artarak 54,8 milyon TL’ye, manevi tazminat miktarının ise 1,78 milyon TL’den 213 kat artarak (% 21.300 artarak) 379.118.880,00 TL’ye yükseldiği görülmektedir.

Ayrıca, açılan davalarda çoğu kez mahkeme harç ve giderlerinden kaçınmak amacıyla öncelikle düşük tutarlı davalar açılmakta, mahkemenin seyrine göre talep edilen tazminat miktarının artırılmaktadır. Bu nedenle doktorların maruz kalmış oldukları tazminat riskinin çok daha yüksek olduğu görülmektedir.

Hekimlerin maruz kaldığı bu riskler nedeniyle getirilen zorunlu mali sorumluluk sigortası ise mahkemeler nezdinde tazminat tutarlarının rasyonel ölçütlere dayandırılmaması, ilgili vakalarda yapılan bilimsel değerlendirmelerde komplikasyon ihtimallerinin göz ardı edilmesi nedeniyle istenilen sonucu verememiştir. Sigorta şirketleri özellikle riskli olan alanlarda sigorta yapmak istememekte, belli dönemlerde çeşitli mazeretler ileri sürerek sigortalama işlemini (en azından belli bir süre için) yapmamaktadırlar. 

Malpraktis davaları nedeniyle oluşan diğer bir olumsuz etki ise hastaların esasen gerekmediği halde sevk dönemi sonunda tekrar çağrılması nedeniyle ortaya çıkmaktadır. 31 üniversite hastanesinde çalışan öğretim üyeleri ile yapılan ankette, katılımcılara “hastaların esasen gerekmediği halde sevk süresi sonunda tekrar çağrılmasının en önemli sebebi nedir?” diye sorulduğunda katılımcıların %54’ü ihtiyaç olabileceği zannıyla hastaları tekrar kontrol etmek şeklinde cevap vermiştir. Söz konusu cevabı işaretleyenlerin birçoğu ankette istenmediği halde işaretledikleri şıkkın yanına açıklama yaparak bu hususun genellikle malpraktis korkusu nedeniyle oluştuğunu belirtmişlerdir. Bu durum malpraktis korkusunun hekimler üzerinde oluşturduğu baskı nedeniyle sağlık giderlerinin artmasına neden olduğunu göstermektedir. Ayrıca Üniversite ve Sağlık Bakanlığı hastanelerinde yapılan görüşmelerde birçok hekimin malpraktis davaları sebebiyle riskli vakalara girmekten çekindikleri anlaşılmıştır. 

Öte yandan hastane yönetimleri ile yapılan görüşmelerde malpraktis davalarının mevcut hekimlerin riskli vakalara girmesini engellemesi dışında son dönemde Tıpta Uzmanlık Sınavı (TUS) tercihlerini de etkilediği ifade edilmiştir. Yapılan incelemerde, Tıp fakültesinden mezun olan öğrencilerin daha önceleri daha yüksek gelir elde etme potansiyeli dolayısıyla cerrahi bölümleri tercih ederek bu bölümlere en yüksek puanlarla girdikleri, ancak son dönemlerde bu trendin tersine döndüğü görülmüştür. Bu durum öğrencilerin daha mesleğin başında riskli vakalara girmekten çekindiklerini ve tercihlerini daha az riskli alanlar yönünde kullandıklarını göstermektedir.

Konu ile ilgili olarak 2013-2020 yılları arasında yapılan TUS’ların incelenmesi neticesinde görüşmelerde ifade edilen hususları teyit eden verilere ulaşılmıştır. 2013-2020 yılları arasında yapılan TUS’ların incelenmesinde;

2013-2020 yılları arasında: En düşük puanla tercih edilen branşların ortalama %85’inin malpraktis davalarına en çok maruz kalan acil tıp, genel cerrahi, beyin ve sinir cerrahisi ile kadın hastalıkları ve doğum gibi dallardan oluştuğu görülmektedir. Özellikle son yıllarda bu oran %90 bandına dayanmıştır. Yine tercih edilmeme sebebiyle kontenjanının tamamı boş kalan alanlar incelendiğinde de bu alanların yaklaşık %80’inin riskli görülen alanlardan oluştuğu görülmektedir. En yüksek puanla tercih edilen 100 dal incelendiğinde ise 92 dalın radyoloji, fiziksel tıp ve rehabilitasyon, deri ve zührevi hastalıkları ile nöroloji gibi dallar olduğu saptanmıştır. 2013-2020 yılları arasında spesifik sebeplerle (köklü üniversite veya sağlık kurumu) tercih edildiği düşünülen dallar dışlandığında görülmektedir ki en yüksek puanlarla tercih edilen dalların tamamı malpraktis davası riski taşımayan, hastayla asgari ilişkinin olduğu dallardır.

Yukarıda verilen manzaradan da görülmektedir ki makpraktis davasıyla karşı karşıya kalma olasılığı, hekimleri daha risksiz ve hastayla ilişkinin az olduğu dallara yönlendirmiş, özellikle hayati unsurlar içeren branşlarda boşluk oluşmuştur. Ortaya çıkan durumda, ek ödeme sisteminin riskli vakaları teşvik etmemesi ile birlikte, mahkemeler tarafından komplikasyon değerlendirmesi eksik yapılarak hükmolunan yüksek tutarlı tazminatlar da önemli bir etkendir. Yapılan görüşmelerde özellikle acil vakalarda doktorların bir nevi içtihatta bulunduğu, aynı durumunda birkaç ihtimal olmasına rağmen kendi tecrübesine göre en uygun tedaviyi seçtiği, buna rağmen hastanın bazen kurtarılamadığı ve bu nedenle özellikle avukatların yönlendirmesiyle çok yüksek meblağlı davalar açıldığı ifade edilmiştir.

Elbette ki eğer doktorun bir kastı veya kusuru varsa tazminat ödenmesi gerekir. Ancak bunun makul ve kabul edilebilir sınırlar içinde olması gerekmektedir. Mahkemeler çoğu zaman devlet güçlü, vatandaş zayıf mantığı ile hareket ettiğinden, takdir ettikleri tazminatlarda uçuk rakamlara karar verebilmektedirler. Örneğin 70 yaşında hastanede vefat eden bir hasta için ülkemizde ortalama insan ömrü 80 yıl diyerek, vefat eden kişi çalışmıyor ve çalışma imkanı olmasa bile, bu adam yaşasaydı 10 yıl en az asgari ücret kadar gelir elde edebilirdi mantığıyla astronomik tazminat rakamlarına karar verebilmektedirler. Söz konusu tutarı bir de faiz eklendiğinde devletin ve doktorların altından kalkamayacağı meblağlar, sırf bu kişinin hastanede vefat etemesi nedeniyle ödenebilmektedir. Bu durumda yaşasaydı birlikte yaşadığı ailesine herhangi bir maddi katkısı olmayan şahsın yakınları hastanın vefatının hastanede gerçekleşmesi nedeniyle zenginleşebilmektedirler.

Anlatmaya çalıştığımız bu durum, kısa vadede dava açan şahıs ve avukatlar için lehine bir durum olarak görülse de orta ve uzun vadede tüm ülke için çok büyük bir risk oluşturmaktadır. Doktorların riskli alanlardan çekilmesi nedeniyle ileride özellikle cerrahi alanlarda ya ameliyat yapacak doktor bulunamayacak veya bulunsa bile bunun maliyeti topluma çok daha yüksek bir bedel olacaktır. Aynı zamanda doktorlar riskli gördükleri vakalarda defansif tıp uygulamasına geçtiklerinden hastanın hayatını idame ettirdiği yerde gerekli sağlık hizmetine ulaşması da zorlaşacaktır. Ayrıca, takdir edilen tazminatlar hastane döner sermayelerinin zaten bozuk olan mali yapılarının daha da bozulmasına neden olmakta, sağlık sisteminin mali yapısının sürdürülebir olmasını tehdit etmektedir. Bu nedenle en kısa sürede bu hususun üzerine gidilmesi gerekmektedir. Eğer bugün bu hususta gerekli adımlar atılmazsa ileride ödenecek olan bedel çok daha yüksek olacaktır.

Sonuç ve Çözüm Önerisi

Yukarıda da açıklandığı üzere malpraktis davaları bir yandan hekimlerin defansif tıp uygulamasına giderek kendilerini korumaya almaları nedeniyle hastaların bazı hizmetleri alamamalarına neden olurken diğer taraftan da risk almamak için gerekmediği halde hastaların tekrar sağlık kuruluşuna çağrılması nedeniyle SGK’nın ve kamu kurumlarının sağlık giderlerinin artmasına yol açmaktadır.

Ayrıca TUS’taki mevcut yönelim, özellikle cerrahi alanlarda önümüzdeki yıllarda yeterli hekim bulunamamasına veya yetkin olmayan ya da çok yüksek maliyetli hekim bulunmasına neden olacaktır. 

Bu nedenle hekimlerin kendilerini daha güvenli hissedeceği bir ortamda çalışmalarını temin etmek amacıyla hastalar tarafından açılan malpraktis davalarının özellikle manevi tazminat miktarının hekimlerin ve hastaların gelir seviyeleri göz önünde bulundurularak yeniden düzenlenmesi, bu konuda kişilerin dava yoluyla zenginleşmesini engelleyici tedbirlerin alınması, ayrıca hükmedilen tazminatın hekimlerin elde ettiği ve edeceği gelir üzerinden ödenebilecek seviyelerde olmasının sağlanması gerekmektedir. Bu nedenle tazminatlara üst sınır getirilmesi ve komplikasyonların derinlemesine incelenerek karara bağlanması sorunun çözümüne katkıda bulunabileceği gibi bazı avukatlar tarafından oluşturulan sağlık piyasasının da ortadan kalkmasını sağlayacaktır.

Öte yandan özellikle avukatlık mesleğinde söz konusu hususun istismar edildiği, avukatların acil servis ve hastanelerde meydana gelen ölüm vakalarını takip ederek bunu suiistimal ettikleri ifade edildiğinden, söz konusu durumun engellenmesi için gerek vekâlet ücretlerinin düşürülmesi gerekse de bilgi mahremiyetinin sağlanması için yasal ve kurumsal tedbirlerin alınması gerekmektedir.

Ömer DEMİRDAŞ-fikiranalizim@gmail.com

3 YORUMLAR

  • Hava Dursunlar

    Hocam konu tıp dünyasının büyük yarası olan bir konu çok iyi değerlendirmişsiniz.Sorunlar kısa zamanda ilgililer tarafından çömüze ulaştırılarak hem hizmet sunucularını ve hemde hizmet alanları memnun edecek bir düzeyene ulaştırır..

    • Emin Kurt

      Ömer bey, emeginize ve kaleminize sağlık. Gerçekten önemli tesbitler. Umarım ilgililer bu konuda tedbir alır. Yoksa hekimlik mesleği ciddi sıkıntılar çekecek. .

      • Abdullah

        Çok değerli yorumlarınız için teşekkür ederiz. Çok önemli bir yaraya parmak basmışsınız..

        YORUM YAZ