Faiz Sebep miydi, Sonuç muydu? Hangi Ekonomik Program Doğru?
![Faiz Sebep miydi, Sonuç muydu? Hangi Ekonomik Program Doğru?](upload/resimler/enflasyon_faiz.jpeg)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın faiz sebeptir, enflasyon sonuçtur tezi sonrasında başlayan ve önce faiz indirimleri ile devam edip daha sonra ekonomide oluşan çalkalanma neticesinde mecburen terkedilen ekonomik program sonrasında ekonominin koltuğuna uluslararası kuruluşlarla arası iyi olan biri getirilerek tekrar eskiye ekonomik modele dönüldü.
Çekilen onca sıkıntıdan sonra vatandaş da haklı olarak soruyor; Madem ki eskiye dönülecekti neden böyle bir mecaraya girildi? İşte bu yazımızda 2021 yılında uygulanan ekonomik program ile şuan uygulanan ekonomik program irdelenerek nerede yanlış yapıldı ve hangi ekonomik programı uygulamak ülkemiz için doğru bunu analiz etmeye çalışacağız.
Enflasyon mu Sebeptir, Faiz mi Sonuçtur?
Her zaman söylediğim bir söz vardır; Yanlış Zamanda Doğru İş veya Doğru Zamanda Yanlış İş insanı başarısızlığa, Yanlış Zamanda Yanlış İş ise felakete götürür. O zaman ne yapmak lazım? Doğru Zamanda Doğru İş yapmak lazım ki başarılı olalım. Tabi ki doğru zamanda doğru iş yapabilmenin temel şartı liyakatli ve doğru insanlarla çalışmaktır.
İnanın ben dahil birçok insan böyle bir ekonomik program uygulanmaya başlandığı zaman galiba ya petrol veya doğalgaz buldular ki böyle bir programa girişiyorlar diye düşündü. Çünkü cari açık veriyorken, bütçe açığı varken, ihracatın ithalata bağımlık oranı %70 seviyelerindeyken, daha rahip Brunson olayının ekonomiye verdiği zararların yarası sarılamamışken, üstelik de pandemi döneminde böyle bir programa girişiyorsan, senin elinde insanların bilmediği güvenilir bir kaynağının olması gerekir. Aksi halde gelecek saldırıları göğüsleyebilmen imkânsız değilse bile oldukça zordur! Ancak program uygulanmaya başladıktan sonra baktık ki ne bir petrol ne bir doğalgaz ne de altın gibi bir keşif açıklanmıyor!
Uzun süre petrol, doğalgaz veya altın gibi bir beklenti içine girmemize rağmen beklentimiz doğrultusunda herhangi bir bilgi kamuoyuna açıklanmayınca böyle bir programa niçin girildiği üzerine kafa yormaya başladık. Böyle bir programa girilmesinde ki temel nedenin çok büyük olasılıkla pandemi döneminde tedarik zincirinin kırılması olduğunu düşünüyoruz. Biliyorsunuz ÇİN’in KOVİD-19 nedeniyle uzun süre kapanması dolayısıyla tedarik zincirleri kırılmış, hem bizim için hem de dünya için kendi kendine yeterli olmanın önemi ve ÇİN dışında yeni üretim ve tedarik rotalarının oluşturulması çok büyük önem kazanmıştı. Ekonomi cephesinde galiba son 20 yılda altyapı yatırımlarını büyük ölçüde tamamlamış olmamız, Batı dünyasına yakınlığımız ve yetişmiş kalifiye eleman gücümüzle bu dönemde Uluslararası Doğrudan Yatırımları ülkemize çekebileceğimizi düşünülerek bu şekilde bir ekonomik program uygulamaya karar verildi.
Ancak ülkeyi böyle bir maceraya sürükleyenlerin hesap edemedikleri husus zaten bu pandemi veya PLANDEMİ’nin bu sermaye sahipleri tarafından çıkarılmış olması ve paranın sahiplerinin esas gelirinin faiz olmasından dolayı böyle bir programa bırakın destek vermeyi, tam tersine göçertmek için çalışacaklarıydı. Nitekim aynen tahmin ettiğimiz gibi de oldu! Çünkü eğer Türkiye böyle bir program uygulayıp başarılı olsa, paranın sahiplerinin faiz gibi sömürüye dayalı kolay para kazanma kapıları kapanacak ve dünyada domino etkisiyle faiz indirimi furyası başlayacaktı. Böyle bir şeye tefecilerin müsaade edeceğini düşünmek en basit tabirle saflık olur.
Bu nedenle eğer ki böyle bir programa girişiliyorsa öncelikle Global düşünüp yerel uygulama yetisine sahip liyakatli insanlarla çalışılması, ekonominin CARİ AÇIK vermemesi, Bütçe Açıklarının ya olmaması veya sürdürülebilir seviyede olması ve enerji başta olmak üzere sanayi ve insanların temel ihtiyaç maddelerinde ülkemizin kendi kendine yeterli olması gerekirdi! Ancak maalesef en başta ifade ettiğimiz liyakatsizlik nedeniyle küresel gelişmelerin okunamaması, ekonomi yönetiminin halka güven vermemesi, böyle bir savaşa girerken yeterli hazırlık yapılmamış olması gibi nedenlerden ötürü şuan ekonomimiz 1990’lı yıllara benzer bir hale geldi.
Bunun yanında bu ekonomik program birçok eksiklik ve yanlışlıklarla doluydu. Program uygulanırken bize göre yapılan en büyük yanlışlardan biri faizleri ne pahasına olursa olsun düşürerek insanların daha fazla faizle borç almaya teşvik edilmesiydi. Faizli verilen krediler tüketim yerine ülkenin ihtiyaç duyduğu alanlardaki üretim için verilseydi sonuç belki farklı olabilirdi. Ancak liyakatsizlik nedeniyle program iyi planlanmadığı ve alt yapısı oluşturulmadığı için sadece faiz indirerek ekonomik canlanma ve kalkınma sağlanabileceği zannedildi. Ancak sadece faiz indirilerek ekonomik canlanmanın olmayacağı maalesef çok acı bir şekilde tecrübe edildi!
Bir kere “faizleri düşürerek daha fazla insanın faize girmesi mi iyi yoksa faizleri yükselterek daha az insanın faize girmesi mi” devletimiz ve milletimiz için daha hayırlı bunu bir netleştirmemiz lazım. Çoğu haram olan şeyin azı da haram olduğuna göre biz faizleri indirip ekonomiyi canlandırma adına daha fazla insanın faize bulaşmasına neden olduysak burada bir hata yapıldığı kesin! Eğer gerçekten faize karşıysak imkanlar dahilinde faizi ortadan kaldırmaya yönelik politika araçları üretmek ve kalkınma modelini faizsiz olarak belirlemek gerekirdi. İşimize geldiği zaman NAS var, işimize gelmediği zaman DANS var deyip kitaba uymayıp işlerimizi kitabına uydurursak, hem samimiyetimiz sorgulanır hem de yaptığımız işte ne ALLAH’ın ne de insanların yardımını yanımızda göremeyiz! Çünkü NAS var diyerek faizleri indirirken, ucuz kredi var diye insanları faize sokmak tam bir çelişki ve yanlış bir uygulamadır.
Bu nedenle biz diyoruz ki önceki ekonomik programda herkese özellikle kamu bankalarından ucuz kredi imkânı verilmesiyle çok büyük bir yanlışlık yapıldı. Bu durum kamu bankalarının mali yapısının bozarak devlete ek bir külfet getirmesinin yanında, özellikle faiz duyarlılığı olmayanlar kimseler tarafından çok suiistimal edildi. Devlet, özel bankaların kara listesinde yer alan kişilere bile kredi imkânı sağladığı için bir kısım insanlar çektikleri ucuz kredilerle gidip ev, araba ve arsa aldı. Kimisi de gidip altın, dolar gibi ürünler alarak çektikleri kredi paralarıyla ekonomik programa kamu bankası eliyle darbe vurdu. Denetim de olmayınca bu durum, zaten kırılgan olan ekonominin daha da kırılgan hale gelmesine, fiyat istikrarsızlığına ve de 1990’lı yıllarda bile yaşanmayan bir belirsizliğe neden oldu!
Oysaki bize göre yapılması gereken faizleri vatandaş için mümkün olduğunda piyasa koşullarına bırakmak, ancak devletin özellikle ekonomide darlık yaşanan alanlarda MB’den kısa vadeli avans kullanarak yatırımlarını artırmasıydı. Yani devlet popülist harcama yapmadan, ekonominin önünü açacak olan verimli alanlarda MB’den faizsiz kısa vadeli avans kullanarak veya düşük faizli doğrudan borçlanarak yatırım harcamalarını artıracak, ama piyasada enflasyon ve balon oluşmaması için piyasa faizlerine doğrudan müdahale etmeyecekti. Örneğin cari açığı kapamak için ülkemizde üretim yapan güneş enerji panelleri üreten firmalardan veya rüzgar türbini üreten firmalardan alım yapmak suretiyle yatırımların artırabilir, böylelikle ülkenin cari açığı bir nebze olsa da kapatılabilir, elektrik ihtiyacı yerli ve milli kaynaklardan karşılanarak elektrik piyasasında fiyat regülasyonu yapma imkan elde edebilirdi. Hele ki kamu kurumlarının çatı ve arazilerine yapılacak olan güneş enerji yatırımları ile biraz önceki saydığımız faydaların yanında devletin elektrik giderlerinin de kalıcı bir şekilde azalmasına ve gerçek manada kamuda tasarruf edilmesine katkı sağlanabilirdi. Aynı şekilde ekonomideki dar boğazların aşılması ve faize olan ihtiyacın azalmasını sağlayacak faizsiz finansman ve kalkınma modellerinin geliştirilmesine kaynak aktarılabilirdi. Ancak maalesef Kahtı Rical problemi nedeniyle bunlar yapılmadı ve bodoslama dalınan ve faiz indirme dışında ne olduğu anlaşılamayan bir program nedeniyle ekonomide öngörülemezlik aldı başını gitti.
Bu nedenle devlet mecburen daha önce denenmiş, kısa vadede etkili ancak orta ve uzun vadede sürdürülebilir olmayan Kur Korumalı Mevduat Sistemine (KKM) geçti. Ancak sorun yapısal olduğu için KKM kısa vadeli bir rahatlama sağlasa da bütçe açıklarının artmasına, bu açıklar nedeniyle devletin daha çok borçlanmasına neden oldu. Bunun neticesinde KKM Merkez Bankasına devredildi ki bu da MB’nin uzun yıllardan beri ilk defa bu kadar büyük zarar etmesine neden oldu! 2023 yılında MB tarihinde ilk defa 818 milyar TL (yaklaşık 25 Milyar Dolar) zarar açıkladı ki bu zararın bilançodan silinmesinin en az 2-3 yıl alacağı öngörülmektedir.
Sonuçta 2022 ve 2023 yılları arasında KKM’nin devlete maliyeti, bütçeden ve Merkez Bankası kaynaklarından aktarılan paralarla birlikte 1 trilyon 58 milyar 285 milyon 607 bin 467 TL’ye veya dolar ile ifade edersek 48 Milyar DOLAR’a ulaştı. (bu rakamın içinde 2024 yılının ilk 5 aylık verileri yoktur, bunları da eklersek fatura çok daha yüksektir). 2024 yılı bütçesinde depremin sebep olduğu hasarların giderilmesi ve deprem bölgesinde yaşayan vatandaşlarımızın ihtiyaçları için 1 trilyon 28,3 milyar TL kaynak ayrıldığını göz önüne alırsak, son 2 yılda KKM’ye ödenen para nominal bile hesaplansa 2024 yılında deprem yaralarını sarmak için ayrılan kaynaktan daha büyüktür (reel olarak hesaplandığında bu rakam 2024 yılından ayrılan kaynağın 2 katından bile fazladır). Bu bedel buna sebep olanlardan alınır mı bilemiyorum ancak ülkeyi çok büyük bir zarara soktuğu kesin!
Bunun yanında, ekonomik program uygulanırken ve KKM’ye insanlar en üst düzeyden teşvik edilirken gördük ki sorumluluk makamında oturanların birçoğu Cumhurbaşkanının çağrısına uymamışlar. Seçimlerde mal varlıkları açıklanırken, vatandaşa gidin Dolarınızı, Euro’nuzu bozdurun diyen ve Bakanlık gibi görevlerde bulunmuş olanların bazılarının mal varlıklarında binlerce DOLAR ve EURO olduğu ortaya çıktı. Bu durum bize bu ekonomik programı yürütenlerin bile bu programa inanmadığını ve bilerek veya bilmeyerek ekonomik programı baltaladığını göstermektedir. Kısacası ele verir talkımı kendi götürür salkımı deyimi resmen gerçek olmuş!
Sorumluluk makamında oturanlar böyle yaparsa vatandaş size inanıp da gider dolarını bozdurur mu? Neyse KKM başka bir yazı konusu olduğu için şimdilik bu kadarla iktifa edelim. Sonuçta sebebi ne olursa olsun faiz sebeptir enflasyon sonuçtur argümanıyla başlayan ekonomik programdan mecburen dönülmek zorunda kalındı
Nedense bana bu ekonomik program 1. Dünya savaşında Sarıkamış’ta askerlerin yeterli hazırlık yapılmadan kış aylarında doğu cephesine sürülmesini hatırlattı. O zaman Enver Paşa Ruslara karşı bir harekât düzenlemek istediğini doğu cephesinde yer alan komutanlarına sorunca, 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa, 10. Kolordu Komutanı Ziya Paşa ile 9. Kolordu Komutanı Ahmet Fevzi Paşa o koşullarda bir harekata karşı çıkarlar. 15 Aralık’ta Sarıkamış Harekatı için bir toplantı yapılır. O toplantıda Hasan İzzet Paşa, Enver Paşa’nın gözlerinin içine bakarak: “3. Ordu, Sarıkamış’ta Ruslara karşı bir harekata hazır değildir. Ordu zayıftır, eksikleri çoktur. Yiyeceği yoktur. Askerlerin çoğu yazlık elbiselidir. Her yer karla kaplıdır. Soğuk sıfırın altında 40 dereceyi buluyor. Askeri mahvederiz.”. demesine rağmen tecrübeli komutanların dinlenilmemesi sonucu binlerce vatan evladı kurşun bile atmadan şehit oldu. Belki bazılarınız eğer ki Enver Paşanın Karadeniz üzerinden gemiyle gönderdiği lojistik malzemeleri taşıyan gemi RUSLAR tarafından batırılmasaydı böyle bir facianın yaşanmayacağını söyleyebilir. Ancak başarının yerini hiçbir mazeret tutamaz! Hiçbir mazeret savaş sırasında giden canları geri getirmediği gibi mağlubiyetin sonuçlarını da değiştirmez. Yani senin bu geminin batırılabileceğini de hesap ederek, her türlü felaket senaryolarını hesaplayarak böyle bir harekata girişmen gerekirdi! Neyse olan oldu, Rabbim şehitlerimize rahmet eylesin. Aynen bu olayda olduğu gibi ekonomik kurtuluş savaşına girişiliyorsa her türlü olasılığı göz önüne alıp ona göre hazırlık yapmak ve ondan sonra Allah’a tevekkül edip savaşa girmek gerekirdi. Ama olan oldu, artık şuan bunları konuşmanın çok da bir faydası yok!
Yeni Ekonomik Program Doğru mu?
PEKİ Şuan uygulanan program doğru mu? Bize göre HAYIR! Çünkü bu program sadece faize dayalı ve belli bir süre rahatlama sağlayıp yine krize sokan, zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan bir IMF programıdır! Ancak özellikle döviz rezervlerinde yaşanan sıkıntıdan dolayı mecbur kalınarak bu programa geri dönüldü!
Az önce de belirttiğim gibi şuan uygulanan program birebir IMF programıdır. Bu konuda geçen bir IMF yetkilisi de “biz de olsak aynı programın uygulanmasını tavsiye ederdik” diyerek bu tespitimizin doğruluğunu tescilledi. Ancak bir fark var ki şuan uygulanan programda IMF yetkilileri gelmiyor ve bunun sonucunda da ülkeye IMF üzerinden para da gelmiyor! Peki ne geliyor? Sıcak para diye adlandırılan borsa ve hazine tahvillerine portföy yatırımları geliyor! Galiba vitrini yenileme bedeli olarak yükseltilen faizler neticesinde, küreselci baronlar ve onların yerli taşeronları ile anlaşılarak kısa vadeli portföy yatırımı kapsamında para çekilme işlemi yapılıyor. Devlet ancak bu sayede dövizi kontrol altına alabiliyor ve MB döviz rezervlerini artırabiliyor. Ancak sıcak para denilen portföy yatırımları güvensiz yatırımlar olup birden çıkabildiği için ekonominin kırılganlığını maalesef azaltmıyor tam tersine artırıyor!
Bunun yanında şuan uygulanan ekonomik programın özü tamamen Faize dayanıyor! Yani sen faizleri öyle bir seviyeye getireceksin ki parası olan tefeciler sana borç versin! Yani enflasyonun üzerinde bana reel faiz vermezsen ben sana borç vermem diyor amiyane tabirle. Böylelikle tefeciler parasına para katacak, zengin daha zengin olacak fakir ise daha fakir. Çünkü IMF programlarının genel karakteristiği, ekonomik yükü dar gelirlilerin üzerine yıkmak ve tefecilerin alacağını garanti altına almak üzerine kuruludur.
Fiyat istikrarını sağlamak adına devletin borcunu katlanarak artıran bu ekonomik program, kısa vadede rahatlama sağlasa da orta ve uzun vadede maalesef devletin borcunun sürdürülemez hale gelmesinden başka bir işe yaramaz. Bakınız sadece 2024 bütçe verilerine göre bütçe açığımız yaklaşık 3 Trilyon TL! Bugün itibariyle faizler %50’ye ulaştı. Demek ki devlet piyasadan en az 3 Trilyon borçlanacak ve bu borçlanma için en az 1,5 Trilyon TL faiz ödemek zorunda kalacak. Bunun anlamı faizleri 1 puan artırmanın devlete en az maliyeti 30 Milyar TL demektir! Bu açıkladığımız rakamın içinde önceki dönemden gelen faiz ödemesi yoktur! Onları da eklersek rakam çok daha yukarılara çıkmaktadır. Sadece 2024 yılında borçlanma için ödenecek faiz miktarı deprem bölgesine ayrılan ödenekten yaklaşık %50 daha fazladır ki bunun adı resmen sömürüdür!
Biliyorsunuz bugün itibariyle Maliye Bakanı tasarruf tedbirlerini açıkladı. Klasik IMF programlarında olduğu gibi; mal ve hizmet alım ödeneklerinde yüzde 10, yatırım ödeneklerinde ise yüzde 15 kesintiye gidildiğini, kamuda yeni araç, bina, mobilya ve demirbaş alımı 3 yıl süreyle durdurulduğunu, Yönetim Kurulu ücretlerine üst sınır getirildiğini, Kamu kurumlarının ajanda, takvim, plaket ve eşantiyon türü hediyelerinin verilmesi yasaklandığını, hizmet içi eğitimlerin otellerde değil kamu tesislerinde yapılacağını, yurtdışı görevlendirmeleri sınırlandırdıklarını, toplu taşıma olan yerlerde personel servisinin kaldırılacağını, kamu yatırımlarında da önceliklendirmeye gidileceğini; fiziki ilerlemesi yüzde 75'in üzerine olan yatırım projeleri, deprem riski nedeniyle gerekli olan yatırım projelerini ve gıda arzını artıran projeler, yeşil ve dijital dönüşüm ile OSB liman-demiryolu bağlantı projelerini önceliklendireceklerini, diğerlerini durduracaklarını ve Zorunlu haller dışında kamu yatırım programına yeni proje almayacaklarını, Kamuda enerji verimliliğini artıracaklarını ve yenilebilir enerji ve enerji verimliliği ile tasarrufa gitmeyi ümit ettiklerini açıkladı.
Ancak açıklanan tedbirlere baktığımızda genel itibariyle toplumda göze çok çarptığı için çok fazla konuşulan ancak bütçe harcamaları içinde esasında küçük yer kaplayan hususlar ile devletin yatırım harcamalarının kısılması bazlı bir tasarruf tedbiri olduğu göze çarpmaktadır. Yanlış anlaşılmasın, biz bu hususlar yapılmasın demiyoruz! Kesinlikle yapılması ve kamuda çok istismar edilen araç, temsil ağırlama, yurtdışı görevlendirme ve yönetim kurulu ücretleri gibi israf boyutuna varmış harcamaların bir an önce kesilmesi gerekmektedir. Hatta bunlarla ilgili acı reçete içeren reformlarda yapılması gerekiyor. Ancak bunlardan milletin beklediği gibi çok büyük bir tasarruf doğmaz! Biz bunu demek istiyoruz. Nitekim bu kadar açıklanan husustan beklenen toplam tasarruf miktarının sadece 100 milyar TL olması bu öngörümüzü doğrular niteliktedir.
Bizim bu tedbirler içinde en çok verim getireceğine inandığımız hususlar, eğer ki gerçekten yapılabilirse, devletin oldukça hantal yapıya girmesine neden olan personel alımının emekli olanlarla sınırlandırılması ve mahiyeti açıklanmamakla birlikte yenilenebilir enerjilerle devletin enerji maliyetinin azaltılması hususudur. Çünkü gerçek manada kamuda tasarruf sağlayacak iki kalem bunlardır.
Peki bu kısır döngüden kurtulmak için ne yapmamız gerekiyor? Sadece faizleri 1 puan indirebilsek en az 30 milyar TL tasarruf ederek açıklanan tüm bu tasarruf kalemlerinden elde edeceğimiz miktarın 3’te biri kadar bir tasarrufu zaten elde edebileceğiz. O zaman bizim dikkatimizi devletin faiz giderlerini indirmeye vermemiz gerekiyor. Bunun içinde öncelikle şu KKM kamburundan kurtulmamız ve bu hususta yapısal reform gerçekleştirmemiz şart! Mayıs 2024 itibariyle KKM’de bulunan para miktarı 2 trilyon 230 milyar TL civarındadır. Toplam mevduatın %56’sı döviz ve dövize endeksli yatırım araçlarında iken sadece %44’ü TL türü varlıklardadır. Bizim bundan kurtulmadan yol almamız oldukça zordur. KKM meselesi başlı başına bir makale konusu olduğu için bu hususta biraz önce söylediklerimize KKM’den çıkış yapmamız gerektiğini ekleyerek nasıl yapılacağı hususunu gelecek yazılarımıza bırakalım.
Devletin faiz giderlerinden kurtulmasının temel de 2 yolu var; ya devletin gelirlerini artıracaksın veya harcamalarını kısıp buradan elde edeceğimiz tasarrufla borçlarını ödeyeceksin. IMF programı genelde acı reçete içerir ki bunların bazılarının geçekten yapılması da gereklidir. Ancak gerek ülkemizde gerekse de dünyada vergilendirilmeyen bir kesim var ki artık yavaş yavaş onların da vergilendirilmesi gerekmektedir. Bakınız 2001 krizinde faizler %7500’lere çıktığında ülkemizde faiz geliri elde eden 1,5 milyon kişi bulunduğu Merkez Bankası kayıtlarında yer almaktadır. Bu dönemde yaklaşık 50 Milyar Dolarlık faiz ödemesi yapılmıştır. Bu faiz ödemesinin 5 milyar TL’si 1.499.700 kişiye yapılırken, 45 milyar TL’si sadece 300 kişi ve/veya kuruma yapılmıştır. Yani milletin parasının %90'ı bir avuç tefeciye gitmiştir ki adamlar faiz elde ederken bile insanlığı her türlü sömürmektedir. İşte bizim bu faiz lobisini ve bunların beslendiği borsaların vergilendirilmesi üzerine ülkemizde ve dünyada çalışma yapmamız gerekmektedir. Çünkü insanlığın kanını emen ve çoğunluğu Yahudi veya onların taşeronu olan kişilerden kurtulunmadığı sürece işimiz oldukça zordur.
Peki nasıl kurtulacağız bunlardan? Aslında tüm dünya birleşip bu sömürüye dur dese bu iş birkaç günde çözülür. Ancak bunu yapmak şu an için neredeyse imkânsız gibi görüldüğünden, bizim kısa vadede israfı azaltarak, İşsizlik Fonu, Mehir ve Nafaka Fonu gibi ülkemizde sermaye birikimini artıracak ve bankalardan borçlanma ihtiyacını azaltacak yapısal reformları bir an önce gerçekleştirip faiz giderlerini minimuma indirmemiz gerekmektedir. Ayrıca katılım bankalarından borçlanma imkanını genişletecek yapısal reformları ve faize alternatif KAVİ (Kamu Vatandaş İşbirliği Projeleri) gibi yeni kalkınma projeleriyle ülke kalkınmasını hızlandırmalıyız.
Şu cendereden çıktıktan sonra ise orta ve uzun vadede faiz dışı yeni ekonomi modellerinin geliştirilmesine, KARZI HASEN gibi faizsiz borçlanma imkanı sağlayan kuruluşların oluşumuna ve de BORSA, DÖVİZ ve FAİZ üçgeni gibi her gün Milyarlarca TL’nin döndüğü alanlardan işlem ve değer artış kazancı vergilerini gündeme taşıyarak parası olan ve paradan para kazananların vergilendirilmesine başlamamız gerekmektedir. Bunun yanında servetten vergi alınması meselesini bir an önce gündeme alıp özellikle birden fazla evi, arabası, dükkanı ve belli bir tutarın üzerindeki parası olanların artık servetiyle orantılı olarak artan oranlı farklı bir vergilendirme yöntemiyle vergilendirilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde günü kurtaran uygulamalarla eninde sonunda yine krize girmemiz kaçınılmazdır.
Görüşmek dileğiyle…
Ömer DEMİRDAŞ
GÖKHAN AYAR
Gayet net faydalı bir makale olmuş yüreğinize sağlık .
FİKİR ANALİZİ
Teşekkür ederiz değerli yorumlarınız için.
S. YURDAKUL
Arkadaşım eline sağlık çok güzel bir anlatım olmuş. İnşallah doğruyu güzeli bulur. Taşı toprağı altın diyerek yetiştirildiğimiz güzelim ülkemizde hak ettiğimiz şekilde bir yaşam sürmek nasıp olur. .
FİKİR ANALİZİ
Eyvallah kardeşim, niyetimiz ülkemizin daha iyi yerlere gelmesine gücümüz nispetinde katkı sağlamak. Umarım faydalı olur.