Üniversitelerin Kurulma Sürecinde Yaşanan Yanlışlıklar

Üniversitelerin Kurulma Sürecinde Yaşanan Yanlışlıklar

Bugün itibari ile ülkemizde 130’u devlet, 76’sı vakıf olmak üzere toplam 206 üniversite bulunmaktadır. Sadece 2020 yılında devlet üniversitelerinin bütçeleri için devletten ayrılan kaynak miktarı 36 milyar TL’dir. Döner Sermayeler ve Bilimsel Araştırma Projeleri için ayrılan kaynakları da eklediğimizde söz konusu büyüklük yıllık 50 milyar TL’nin üzerine çıkmaktadır. Peki, kendisine bu kadar kaynak ayrılan, bilime ve ülke kalkınmasına önemli katkılarda bulunması beklenen üniversiteler kendilerinden beklenen verimi gerçekten verebiliyorlar mı? Bu yazı dizimizde üniversitelerin kurulma süreçlerinden içinde bulundukları duruma kadar mevcut durumlarını inceleyerek üniversitelerimizin resmini ortaya koymaya ve sorunlar hakkında çözüm önerileri geliştirmeye çalışacağız. Umarım ülkemiz için faydalı olur.

Üniversitelerin Kurulma Sürecinde Yaşanan Yanlışlıklar:

Bugün itibari ile üniversite bulunmayan ilimiz kalmamıştır. Ancak ne küçük illerde kurulan üniversitelerimizin birçoğu rasyonel veriler üzerine kurulmuştur, ne de Ankara ve İstanbul gibi metropol illerde bulunan tüm üniversiteler rasyonel temellere dayanmaktadır. Sanayi ve nüfus dağılımındaki çarpık durumumuz maalesef üniversite dağılımına da yansımıştır. Bugün ülkemizde bulunan 206 üniversitenin 59 tanesi sadece İstanbul’da (14’ü devlet, 45’i Vakıf), 23 tanesi de başkent Ankara’da (9 tanesi devlet, 14 tanesi vakıf) bulunmaktadır. Diğer bir ifade ile devlet ve vakıf toplam üniversite sayısının yaklaşık % 40’ı sadece 2 ilimizde yer almaktadır. Resmi daha ayrıntılı verecek olursak; devlet üniversitelerinin yaklaşık % 11’i İstanbul’da, %7’si ise Ankara’da olmak üzere toplam devlet üniversitelerinin %18’i bu iki ilimizde yer almaktadır. Olaya sadece Vakıf üniversiteleri açısından baktığımızda bu dağılımın daha da çarpık olduğunu görmekteyiz. Bugün vakıf üniversitelerinin %59,2’si İstanbul’da, %18,4’ü ise Ankara’da yer almaktadır. Diğer bir ifade ile tüm vakıf üniversitelerinin %77,6’sı sadece bu iki büyükşehirde bulunmaktadır. Nevşehir’de bulunan Kapadokya Üniversitesini saymazsak büyükşehirler dışındaki illerde maalesef hiç vakıf üniversitesi bulunmamaktadır.

Yukarıda belirttiğimiz üniversitelerin dağılımındaki bu çarpık durum öğrenci sayısına da yansımaktadır. Bugün itibari ile sadece İstanbul’da bulunan üniversite öğrencisi sayısı 1 milyonun üzerindedir. Ankara’da 300 binin, İzmir’de ise 170 binin üzerinde üniversite öğrencisi bulunmaktadır. Bunu daha çarpıcı bir örnekle anlatacak olursak sadece İstanbul’da bulunan üniversite öğrenci sayısı ülkemizdeki 81 ilin 58’inden, Ankara’daki öğrenci sayısı 21 ilin nüfusundan, İzmir’deki öğrenci sayısı 6 ilin (bu illerin ilçe ve köy nüfusları dahil) toplam nüfusundan daha fazladır. Eğer ki bu karşılaştırma illerin sadece merkez nüfusu baz alarak yapılacak olsa İstanbul’daki üniversite öğrencisi sayısının 70 ilin merkez nüfusundan daha yüksek olduğu görülmektedir.  Bu durum zaten nüfus olarak kalabalık olan bu metropollerin daha da kalabalıklaşmasına, artan nüfus ile birlikte alt yapı ve diğer problemlerin daha da içinden çıkılmaz bir hale gelmesine neden olmaktadır. 2020 yılı itibariyle İstanbul’da yaşayan her 15 kişiden birisi üniversite öğrencisidir.

Aslında bu manzara ülkemizin sanayi ve nüfus dağılımı ile paralellik göstermektedir. Esasen sanayi dağılımını teşviklerle veya bizzat devlet tarafından kurulacak fabrika ve altyapı hizmetleri ile nispeten daha az nüfus yoğunluğu bulunan illere kaydırmamız gerekirken, bunu yapamadığımız gibi, zaten yüksek olan nüfusun üzerine bir de yeni üniversiteler kurmak suretiyle daha da artmasına sebep olmuş bulunmaktayız. Bu durum alt yapı, ulaşım, su, kanalizasyon gibi hizmetlerde sıkıntılar yaşanmasına ve bu illerin olması gerekenden daha fazla obez bir şekilde büyümesine neden olmaktadır. İstanbul 15 milyonu aşan nüfusu ile artık bu yükü taşıyamaz olmuş, su gibi temel ihtiyaçları bile diğer illerde yer alan su kaynaklarını kullanarak karşılayacak duruma gelmiştir. Ancak Melen çayı gibi esasen başka bölgelere ait olan su kaynaklarının İstanbul’a akıtılması doğal dengenin bozulmasına, ufak bir kara parçasında bulunan İstanbul’un olması gerektiğinden çok daha fazla nüfus yükü ile karşılaşmasına sebep olunmaktadır. Bunların yanında deprem riskini de göz önüne aldığımızda, zaten yüksek olan nüfusun üzerine, bir de yeni üniversiteler açmak suretiyle insan sayısını artırmak mantıklı bir davranış değildir.

Üniversitelerin kurulma sürecinde yaşanan yanlışlıklar sadece büyükşehirlerle üniversitelerin dağılımı ile ilgili değildir. Üniversitelerin kurulma şekli ve aşamaları da maalesef rasyonel temellerden uzaktır. Bu hususta yapılan en büyük yanlışlıklardan biri, daha önce tek bir idari kadro tarafından yönetilen üniversitelerin bölünerek aynı üniversiteden 2 üniversite üretmek şeklinde olmaktadır. Birçok üniversite öğrenci sayısı çok büyüdüğü gerekçesi ile 2’ye bölünmüş, aynı üniversiteden 2 tane ayrı üniversite oluşturulmuştur. Bölünen üniversitelerin belli alanlarda uzmanlaşması yerine sadece idari kadro sayısı 2 katına çıkarılmış, nitelik yerine rektör ve idari kadro artmıştır. Bölünme sırasında yeni kurulan diğer üniversiteye verilen bölümler veya bölünme suretiyle kurulmuş olan üniversitede bulunmayan bölüm ve fakülteler birçok yerde belli bir sürenin sonunda yeniden açılmış, böylelikle birbirinin aynısı olan ve üretken olmayan 2 ayrı üniversiteye sahip olunmuştur. Her ne kadar adı farklı olsa da bu üniversiteler birbirlerinin aynısıdır ve aynı akademik kadronun bölünmesi ile kuruldukları için üniversitelerin araştırma kültürleri de maalesef aynıdır. Bu durumun doğal sonucu ise inbreeding (yani bilimsel kısırlaşma) ile üniversite ve idari kadronun obez bir şekilde büyümesidir.

Üniversite kurulmasında yer açısından bakıldığında sadece metropol şehirlerde üniversite sayısı artırılarak hata yapılmamaktadır. Küçük illerde kurulan üniversitelerde de çok büyük yanlışlıklar bulunmaktadır. Her ilin bir üniversitesi olsun mantığı ile kurulan birçok üniversite rasyonel temellerden uzak bir şekilde kurulmuştur. Belli alanlarda uzmanlaşılması gibi saiklerle, o yörenin belli özellikleri nedeniyle değişik illerde üniversite elbette ki kurulabilir. Örneğin Artvin’de ormancılığı, Kars’ta hayvancılığı öne çıkaracak şekilde, nispi olarak butik sayılabilecek büyüklükte üniversite kurulması mantıkidir. Ancak illerin sosyo-ekonomik gelişmişlik seviyesine ve gelişme potansiyeline bakılmadan, en ücra illerimizde dahi büyükşehirlerin neredeyse birebir kopyası olan üniversitelerin kurulmasının mantıklı bir izahı maalesef bulunmamaktadır. Bunun yanında üniversite kurulması sürecinde üniversitelerin o illerin merkezinde veya nüfus ve alt yapı olarak nispi olarak gelişmiş ilçelerinde kurulması gerekirken, bu durum çoğu zaman göz önünde bulundurulmamış, sırf siyasi sebeplerle nüfusu 2.000-3.000 olan ve neredeyse köy statüsünde olan ilçelerde dahi fakülte ve bölümler açılmıştır.

Küçük illerde yeni üniversite ve fakülte kurulması ile ilgili olarak 2010’lu yıllarda tanıştığım ve YÖK’de danışman olarak çalışan bir öğretim üyesine; ülkenin ortasında bulunan üniversiteler ilçelere öğretim üyesi gönderemiyorken, siz nasıl oluyor da Tunceli, Şırnak ve Hakkari gibi terörün yoğun olarak yaşandığı bölgelere ve hatta bu illerin ilçelerine öğretim üyesine nasıl göndereceksiniz diye sorduğumda bana: “yahu üniversite kurulmasından ev sahipleri memnun, öğrenciler bir 4 sene daha üniversite adı altında eğitimde gözükecekleri için memnun, esnaf memnun, o zaman neden karşı çıkıyorsun ki” diye cevap vermişti. Aslında bu cevap tüm illere neden üniversite kurulduğunu özetleyen bir cümle idi. Biz üreterek değil tüketerek büyüyen bir ülke olduğumuzdan, üniversiteler bilimin gelişmesinden ziyade, tüketim çağında bulunan bir neslin belli illerin kalkınmasında tüketim zinciri oluşması için kurulmaktadır. Aynı 1990 yıllarda siyasilerin ilçeleri il yapma vaadi gibi, artık seçimlerde küçük illere ve ilçelere yeni fakülte kurulması siyasilerin vaatlerinden biri haline gelmiştir. Maalesef bu yanlış politikanın cezasını ilerleyen yıllarda hem bu üniversitelerden mezun olanların istihdam edemediğimiz için hem de bu illere niteliksiz birçok öğretim üyesi istihdam ettiğimiz için ülke olarak hep birlikte yaşayacağız.

Üniversite ve fakülte kurulumunda yapılan diğer bir yanlışlık ise daha önce de ifade ettiğimiz gibi üniversitelerin birbirinin neredeyse tıpa tıp aynısı olmasıdır. Belli alanda uzmanlaşması veya yüksek teknolojik ürünler üzerinde çalışma yapması için kurulmuş üniversite ve/veya bölümlerin dahi belli bir süre sonunda neredeyse diğer üniversitelerle benzer konuma düşürülmesi maalesef kronik bir sorun haline gelmiştir. Bu yetmediği gibi bazı illerde yer alan üniversitelerde aynı fakülteden hem il merkezinde hem de o ilin başka bir ilçesinde bulunmaktadır. Söz konusu durumun bilimle, mantıkla ve ekonomik değerlerle izahı maalesef bulunmamaktadır. Bir üniversite teknik olarak kurulmuş ise ve o alanda ilerlemesi öngörülmüşse buna daha sonradan sözel bölümlerin eklemlenmesi hem üniversitelerin aşırı bir şekilde büyümesine hem de farklılaşmanın ortadan kalkarak kaynakların verimsiz kullanılmasına neden olmaktadır.

Bunun yanında bilmiyorum düzenli döner sermaye geliri elde etmek için mi yoksa o ilde bulunan siyasilerin etkisiyle mi birçok üniversite Tıp Fakültesi açma yarışı içine girmiş bulunmaktadır. Tıp Fakülteleri özellikle şu pandemi döneminde önemi bir kez daha anlaşılan en önemli ve vazgeçilemez fakülte ve bölümlerin başında gelmektedir. Ancak bir tıp öğrencisinin iyi bir şekilde yetişebilmesi için çok ve değişik türde vaka ile karşılaşması, o üniversitede nitelikli öğretim üyesinin kalmasına yetecek bir döner sermaye gelirinin bulunması gerekmektedir. Bu durum ise ancak nüfus bakımından belli bir sayının üzerinde bulunan illerde sağlanabilmektedir. Bu nedenle Tıp Fakültesi kurulma sevdasının daha rasyonel ölçütlere göre belirlenmesi ülke sağlığını emanet ettiğimiz doktorlarımızın iyi yetişmesi için ayrı bir önem arz etmektedir.

28 Şubat sürecinde sırf İmam Hatip Liselerinin önünü kesmek için ve de AB ile uyum çerçevesinde 8 yıllık kesintisiz eğitim zorunlu hale getirilmişti. Bu dönemde ilköğretimdeki öğrenciler için kalma kalktığı için birçok öğrenci 8. yılın sonunda adını bile yazmaktan aciz ancak ortaokul düzeyinde eğitim almış gözüküyordu. Aynen 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitim sürecinde yapıldığı gibi, kâğıt üzerinde üniversite mezunlarımızın sayısını artırdık. AB standartlarına göre nüfus/öğrenci oranına göre ülkemizin 400 üniversiteyi kaldırma kapasitesi olduğunu gerekçe göstererek hem büyükşehirlere hem de çok küçük şehirlere birbirinin birebir kopyası üniversiteler açtık. Ancak nitelik sorununu ne hoca bazında ne de öğrenci bazında çözemediğimiz için bugün birçok üniversite maalesef “yüksek lise” konumuna düşmüştür. Öğrencilerin başarı durumu ise zaten yüzdelik dilimlerdeki düşüş oranından net bir şekilde görülmektedir.

Üniversitelere bireysel olarak baktığımızda da birçok üniversitenin obez bir şekilde büyütüldüğünü görmekteyiz. Bazı üniversitelerin sadece öğrenci sayısı birçok ilimizin nüfusundan daha fazladır. Konya Selçuk, Kocaeli, Isparta Süleyman Demirel üniversitesi gibi üniversitelerde öğrenci sayısı yaklaşık 80.000 olup, bu sayı Artvin, Bayburt, Tunceli gibi illerin merkez ilçelerinin sayısından çok daha yüksektir. Bu yüksek öğrenci sayısı nedeniyle bu illerde ekonomi neredeyse öğrencilere bağımlı hale gelmiş, özellikle pandemi döneminde öğrenci gelmemesi nedeniyle birçok ilde ekonomik sıkıntılar ortaya çıkmıştır.

Bu acı manzara maalesef doğrudur ve artık şapkayı önümüze alıp düşünmemizin ve söz konusu yapısal sorunlara kalıcı bir çözüm üretmemizin zamanı gelmiştir. Yoksa ülkemizde bulunan birçok üniversite belli sayıda personelin akademisyen olarak gözüktüğü, ancak katma değerli ürün üretmeyen, öğrencilerin belli bir süre için istihdama katılımının geciktirildiği ancak istihdam sahaları açılmadığı için sorunun daha kronik olarak ertelenmesine sebep olan, ülke kaynaklarının verimsiz olarak kullanıldığı bir yere dönüşme olasılığı çok yüksektir. Özellikle dünyanın pandemi başta olmak üzere ekonomik olarak bunaldığı, etrafımızın ateş çemberine dönüştüğü bu günlerde, kamu kaynaklarını etkin ve ekonomik olarak kullanmak ve üniversitelerin ülkemiz için sayısından ziyade niteliğini artıracak önlemleri süratle devreye almak hayati önem arz etmektedir.

Saygılarımla…

Emrullah ÜNAL e-mail:fikinanalizim@gmail.com

0 YORUMLAR

    Bu KONUYA henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu sen yaz...
YORUM YAZ