Yeni Ekonomi Modeli, Alınması Gereken Dersler ve Yapılması Gerekenler 2
Ekonomik Kurtuluş Savaşını Kazanabilmek İçin Neler Yapılmalıdır?
Geçen yazımızda yeni ekonomi modelini irdelemiş, böyle bir modele geçerken yeterli hazırlık yapılıp yapılmadığını, bu modele geçiş yaparken gelebilecek saldırıları kaldırabilecek gücümüzün olup olmadığını incelemiş ve görüşlerimizi sizinle paylaşmıştık. Bu yazı dizimizde ise, artık savaş başlamış olduğundan, ekonomik kurtuluş savaşını kazanabilmemiz için neler yapılması gerektiği hususunda görüş ve önerilerimizi sizlerle paylaşmaya devam edeceğiz.
Gerek ekonomik ve gerekse de diğer savaşların kazanılabilmesi için bu savaşa yeterli hazırlık yapılarak girilmesi ve insanların bu savaşın gerekliliğine inandırılarak kazanma yönünde inançla çalışılmasının sağlanması gerekmektedir. İnsanların moral ve motivasyonları ile inancının korunabilmesi için halkın temel ihtiyaçlarının asgari düzeyde de olsa karşılanması, onların bu savaşın gerekliliğine ve azmedilirse kazanılabileceğine inandırılmalıdır. Bunun yapılabilmesi için de;
- Hiçbir vatandaşımızın aç ve açıkta bırakılmaması,
- Barınma, ısınma, ulaşım, enerji gibi temel ihtiyaçlarının asgari düzeyde karşılanması,
- Gelir seviyesinin ve alım gücünün düşmemesi için azami gayret gösterilmesi gerekmektedir.
Bunu gerçekleştirebilmenin yolu ise her şeyden önce işi ehline teslim etmekten geçmektedir. Sayın Cumhurbaşkanının en yakınında bulunan kişilerde dahi hiçbir şey yoksa metal yorgunluğu olduğu kesindir. Hemen her seçimde seçmen, ince bir ayar ile “bak ben şu işlerden, şu kişilerden rahatsızım” demesine ve hemen her seçimden sonra Cumhurbaşkanı tarafından “mesaj alındı, gereken yapılacak” denilmesine rağmen, maalesef bugüne kadar yapılan iş ve atamalar, mesajın yine yanlış anlaşıldığını göstermektedir. Normalde bakan ve bürokrat takımının siyasilerin yükünü alması gerekirken bugün en yakınındaki kişiler dahi ERDOĞAN’a yük olmaya başlamıştır. Bu nedenle ekonomik kurtuluş savaşının kazanılabilmesi için ilk önce yapılması gereken şey Cumhurbaşkanının etrafını temizlemesi ve işi ehline vermesidir.
Parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçerken ben ve benim gibi insanların destek vermesinin esas nedeni, 1990’lı yıllarda yaşanan istikrarsızlık ve hükümet krizleri ile özellikle Bakan atamalarında liyakatten ziyade Parlamento içindeki dengenin gözetilmesiydi. Parlamenter sistemde Başbakan genel olarak bölge ve il dengesi gözeterek devleti tanımayan, hiç alakasız birini Bakan olarak atayabiliyordu. Bunun yanında o Bakan kendi seçimini garanti altına almak için ülke menfaati yerine kendi seçim bölgesinin menfaatini önceleyebilmekte, böylelikle verimsiz yatırımlar nedeniyle kamu kaynakları israf edilmekteydi. Bu durumun tersine dönmesi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde mümkün olduğundan bizler devletin menfaatini gözeterek bu sisteme destek verdik.
Ancak, şuana kadar yapılan Bakan ve bürokrat atamalarına bakıldığında, teoride doğru olan hususun maalesef pratikte gerçekleşmediğini göstermektedir. Birkaç bakan hariç bakanların çoğu insana güven vermemektedir. Özellikle 3 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile 5 yıllık sigortalı bulunan hemen her kişinin üst düzey makamlara atanabilmesinin yolu açılmış, ancak bu durum devlette zafiyete neden olmuştur. Önceden Müsteşarlar devleti tanıyan ve devlet ile özel sektör arasında denge unsuru olan kişiler iken, bugün Bakan Yardımcılarının çoğu dışarıdan gelen, tecrübesiz ve devleti tanımayan kişiler olduğundan bürokraside çok büyük sıkıntılar yaşanmaktadır. Devlette her şeyin bir mevzuat çerçevesinde yapılmasından bihaber olan bazıları, sadece şu yapılacak diye emir vermekte, bunun nasıl yapılabileceği hususunda ne teknik ne de mevzuat bilgisi bulunmamaktadır. Bu kişilerin çoğu, etraflarında devletine sadakatle bağlı olan, yanlış yaptıklarında kendilerine itiraz eden ne kadar kişi varsa ya yanlarından uzaklaştırmış veya pasifize etmişler, bunun yerine itaat eden ama itiraz etmeyen, liyakatsiz, beytül mal bilinci olmayan kişilerle çalışmaya başlamışlardır. Bugün yaşanan mevcut sıkıntıların temelinde yapılan bu yanlışlıklar bulunmaktadır.
Devlette en kolay yapılacak şey hiçbir şeye elini sürmemek ve yukarıya hiçbir sorun aksettirmeden durumu idare etmektir. Çünkü devlet için bir şeyler yapmak istediğinde mutlaka ya içerden ya dışardan birilerinin menfaatine dokunursun. Bu ise sizin hakkınızda doğru veya yanlış birçok şikâyetin yukarıya gitmesine neden olur. Eğer daha üst makamda bulunanlar da duruma vakıf değilse sizi bir hiç uğruna görevden alabilirler. Bu nedenle bugün üst düzey kadroların çoğunda, devlet için inisiyatif alarak, uzun vadeli, devlete ve millete faydalı olacak işler yapmak isteyen kişilerin yerine, günü kurtaran, yukarıdan emir gelmedikçe hiçbir şeye elini sokmayan, yukarıya hiçbir sorunu aksettirmeyen ve sadece koltuğunu koruma derdinde olan kişiler bulunmaktadır. En basit işlerde dahi inisiyatif almadıkları için, belki çok daha alt düzeydeki bir bürokrat eliyle basit bir işlemle çözülebilecek pek çok problem, konu Cumhurbaşkanına gitmeden veya bizzat Cumhurbaşkanı tarafından talimat gelmeden çözülemez duruma gelmiştir.
Gerek 17-25 Aralıktan sonra gerekse de 15 Temmuzdan sonra yazmış olduğum ve bu sitede yayınlanan “Dostu İncitmek 1” ve “Dostu İncitmek 2” yazılarımda da değindiğim gibi, devlette bir yere atanmanın kriteri ne bir partinin üyesi olmak, ne herhangi bir cemaat veya derneğe üye olmak, ne de herhangi birinin tanıdığı ve akrabası olmaktır. Devlet işlerinde hatır olmaz, tanıdık olmaz, bizim adam olsun çamurdan olsun anlayışı olmaz. Devlet işlerinde atanmanın temel olarak 3 kriteri bulunmaktadır: Sadakat, Liyakat ve Beytül Mal bilincine sahip olmak. Bu üç vasıf olmazsa olmaz vasıflardır ki herhangi birinin eksikliği devlet işlerinde çok büyük zararlara sebep olabilmektedir. Örneğin insanın devletine, milletine, yerli ve milli olan değerlerine sadakati yoksa, ne kadar bilgili olursa olsun maalesef memleketine değil, FETÖ gibi ipinin bağlı olduğu yerlere hizmet ederek memleketine ihanet edebilmektedir. FETÖ terör örgütü, bu memleketin en az 3 neslini zehirleyerek mankurtlaştırmış, sonunda 15 Temmuz darbesi gibi bir ihanet yapmaya teşebbüs etmiştir. Bu insanların birçoğu çok zeki ve okullarının en başarılı öğrencileriydi. Ancak mankurtlaşıp sadakatini devlet yerine ipinin bağlı olduğu yere yapınca, maalesef ifsat olmuş bir nesil olarak tarih sahnesindeki yerlerini aldılar. Bu durum göstermektedir ki zeki ve liyakatli olsa da eğer ki insanların devletine sadakati yoksa sonuç vatana ihanete kadar gidebilmektedir.
Aynı şekilde eğer ki insanlarda sadakat olup liyakat yoksa, bu sefer bu kişiler işi bilmedikleri için, işi bilenlerin karşısında maskara olmaktalar ve iyi iş yapacağım derken istemeden de olsa yine memlekete geri dönülmez zararlar verebilmektedirler. Tabir caizse “aptal arkadaşın oluncaya kadar akıllı düşmanın olsun lafını” insana söyletmektedirler. Bu nedenle sadık olsa da eğer liyakati yoksa, bu da devlete ve millete çok büyük zararlar verebilmektedir. Aslında sadakat ve liyakat içinde dolaylı da olsa olması gereken Beytül-Mal bilincinin olmaması ise devlet işlerinde israf ve kendine çalışan bir grubun ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu nedenle devlete yapılacak olan atamalarda bu üç vasıf birbirinin ikamesi değil birbirinin ayrılmaz mütemmim bir cüzüdür.
Sayın Cumhurbaşkanı 2012 yılından beri MİT olayları, 17-25 Aralık ve 15 Temmuz gibi birçok ihanet ve darbe teşebbüsleriyle karşılaştığı için galiba son dönemdeki atamalarında sadece sadakati önceler hale geldi. Ancak bu durum, etrafında kendisine yalan söyleyen, liyakatsiz ve ikiyüzlü insanların türemesine ve memlekete çok büyük zarar verilmesine neden oldu.
15 Temmuz gecesi devletine sahip çıkan esas itibariyle 2 kesim vardı. Birincisi çoğunluğu Ehli Sünnet Cemaatlere bağlı dindar insanlar, ikincisi de genç ülkücülerdi. Ancak kaderin cilvesine bakın ki darbeden sonra bu iki kesimde sadık ve liyakatli de olsalar sanki cüzzamlı gibi muamele gördüler. FETÖ korkusuyla, sırf herhangi bir ehli-sünnet cemaate gittiği için, milliyetçi, devletine ve milletine gerçekten yürekten bağlı, inançlı, yerli ve milli değerlere sahip çıkan hemen hemen tüm insanlar yönetimden uzaklaştırıldılar. Yerlerine ise genellikle ne olduğu belli olmayan her dönemin adamı diyebileceğimiz kişiler atandı.
Yukarıda da dediğim gibi bir kimseyi bir yere bağlı olduğu için bir makama atamak kesinlikle yanlıştır. Çünkü bu durum insanların münafıklaşmasına, o cemaat, dernek veya parti üyesi olmamasına rağmen onlardan gibi hareket etmesine neden olmaktadır. Ayrıca ne kadar liyakatli olursa olsun bir kurumu veya bir Bakanlığı belli kişi veya gruplara vermek genellikle güç zehirlenmesine neden olmaktadır. Böyle bir uygulama aynı zamanda gerçekten sadece Allah rızası için o gruba bağlı insanlara da büyük zararlar vermektedir. Ancak, adamın devlete sadakati, liyakati ve beytül mal bilinci varsa, devletin menfaatini belli bir grubun, partinin veya cemaatin menfaatinden üstün görüyorsa, sırf bir yerlere bağlı veya başka partinin dünya düşüncesinde diye bu adamı da ötekileştirmeyiniz. Bu da öteki husus gibi yanlış bir uygulamadır, biz bunu demek istiyoruz. Bu durumu lütfen birileri not etsin ve yanlış taraflara çekmesin.
Son 300 yıldır bu ülkenin en büyük sıkıntısı “Kaht-ı Rical”dir, yani ehil devlet adamıdır. Maalesef bugün gerek hükümet kanadında gerekse de muhalefette etkin konumda bulunanların, insana güven veren bir tarafı bulunmamaktadır. İşi bilenden ziyade ağzı laf yapan, kendisini pazarlayabilen, memleketin yararına değil de tribüne oynayanlar, kendi menfaatini memleketin ikbalinden üstün görenler her tarafta etkin hale gelmiş bulunmaktadır.
Bugün 20 yıldır iktidarda bulunan Ak Partinin yapmış olduğu en büyük hatalardan biri 20 yılda devlet adamı yetiştirememiş olmasıdır. Ayrıca ilk dönemlerdeki reformcu ve cesur yürekler bir bir tasfiye edilmiş, yerine ne olduğu belli olmayan menfaatçi bir sürü kişi türemiştir. Rahmetli Sezai KARAKOÇ’un ifade ettiği gibi “Milletinin kritik dönemlerinde başa geçmiş devlet adamları bir kadro yetiştirmiş olamamanın acısını eninde sonunda çok büyük bir şiddetle idrak ederler. Halk ne kadar kendisini tutarsa tutsun gerçek bir kadrodan mahrum devlet adamları bu eksikliği çok pahalıya öderler. Halka dayanma, askıda kalmamalı ve cesur adımlarla müesseseleştirilmelidir. Modern devlet adamının hisarları ve surları aydın insanlardan örülü iç içe gelişen bir kadrodur. Elbet en büyük halka, halk halkasıdır. Ama bu en büyük halka ile merkez noktası olan devlet adamının arasındaki boşluğu, bir yüzü o devlet adamına dönük, öbür yüzü halka dönük ve iç yüzü de Hakka dönük aydınlar kadrosu doldurmazsa, halk halkasını devlet adamından koparan, hem devlete, devlet adamına hem halka düşman ikiyüzlü bir şeytanî kadro doldurur. (Sezai Karakoç, Sütun, s 430). Gerçekten 20 yıldır iktidarda bulunan bir partinin devlet adamı yetiştirememiş olması, yetişmiş olanları da sudan bahanelerle yönetimden uzaklaştırması gerçekten çok acı ama gerçek bir durumdur. Muhalefetin ise sadece Cumhurbaşkanını tasfiye hedefiyle hareket etmesi ve bu uğurda FETÖ ve PKK gibi terör örgütleriyle içli dışlı olanlarla bile işbirliği yapması, düştüğümüz acı tablonun ne kadar vahim olduğunu göstermektedir.
Bir hastalığı doğru bir şekilde tedavi edebilmek için öncelikle teşhisi doğru koymak gerekmektedir. Bizim öncelikle ne kadar acı olursa olsun, kime dokunursa dokunsun, yukarıda ki tablonun doğruluğunu kabul etmemiz ve buna ilişkin tedaviye başlamamız gerekmektedir. Aksi takdirde Allahu Tealanın lütfu ile ülkenin altında petrol ve altın fışkırsa, mevcut hastalıklarımızı tedavi etmediğimiz sürece kısa sürede yine aynı akıbetlerle karşılaşmamız işten bile değildir.
İnsan Yavuz gibi sert mizaçlı olsa bile kendisine bir Zembilli gerekmektedir. Hatadan münezzeh olan yalnız ve yalnız Allah’tır. Bugün Sayın ERDOĞAN da insan olması hasebiyle birçok hata yapmıştır ve maalesef etrafında onu uyaran, doğruyu söyleyen kişi neredeyse kalmamıştır. Siyasette ve bürokrasi de oluşan mevcut oligarşi, Emre ULAŞ’ın bir karikatüründe de çok güzel resmettiği gibi, Sayın ERDOĞAN ne yaparsa yapsın, “çok güzel yaptınız Efendim, tam isabetle vurdunuz Efendim” demektedir. Oysa gerçek devlet adamı bedeli ne olursa olsun devlet başkanına gerçeği söylemek ve doğru işleri yapmakla mükelleftir.
Sayın ERDOĞAN tarafından da Büyük İskender’in kendisine 10 yıl hizmet eden bir vezirini azlederken dediği gibi; “eğer ki bunca süredir ben hata yaptığım halde sen bunu bana söylemiyorsan ya hainsin veya bunca yıl hiçbir hatamı göremiyorsan işin ehli değilsin” ilkesinin çok acil bir şekilde işletilmesi gerekmektedir. En yakınında bulunan kişilerden başlayarak bir revizyona gitmesi hem ERDOĞAN için hem de memleket için artık bir gereklilik değil acil bir zorunluluktur. Sayın ERDOĞAN’ın etrafında 20 yıldır hiç değişmeyen kişiler olduğunu düşündüğümüzde, bu ihtiyacın kaynak bulma ihtiyacından önce olduğu çok rahat bir şekilde anlaşılabilmektedir.
Bu konuda Sayın ERDOĞAN’a benim bir tavsiyem de Patrona Halil isyanı sonrasında tahtını yeğenine bırakan Sultan III. Ahmed’in yerine geçen yeğenine verdiği şu öğütleri dikkate almasıdır. III. Ahmed yeğeni I. Mahmud’da; “Evladım, vezirlerine sakın yenik düşme. Devlet işlerini tamamen onlara bırakma. Her zaman durumlarını araştır. Kimseyi 5-10 yıl gibi uzun süre aynı makamlarda tutma. Amelin kendine, kimseye güvenme. Benim ve babanın durumu sana ibret olsun. Ben ve baban devlet işlerini başkalarına bıraktığımız için bunlar başımıza geldi”. diyerek öğüt vermiş, I. Mahmud da bu öğütleri dikkate aldığı için onun dönemi adeta sonbaharda yaşanan yaz havası gibi geçmiştir.
Benzer bir kıssa da Hz. Ömer Efendimiz zamanından rivayet edilir. Hz. Ömer bir gün Sahabeyi Kiram Efendilerimize “Ben içinizden ehil olanları belirli görevlere getirdiğim zaman benim mesuliyetim biter mi?” diye sorar. Sahabeyi Kiram Efendilerimiz “eğer ki araştırıp, ehil olanı o makama getirmişsen senin mesuliyetin düşer” diye cevap verince “Hayır” der. “Mesuliyetim ehil kimseyi bulup onu o makama getirmekle bitmez. Onu takip etmem işlerini kontrol etmem gerekir.” diye cevap verir.
Gerçekten de bir kimseyi uzun süre aynı makamda tuttuğunuz zaman ehil bile olsa genellikle sanki o makamın sahibi gibi davranmaya, halktan kopmaya ve kendi küçük menfaatlerini devletin ve milletin menfaatinden daha fazla önemsemeye başlayabilmektedir. Ayrıca ülkemizdeki en büyük sorunlardan biri hesap vermemektir. Bir insanı belli bir makama getiriyorsan ondan bu görevde ne beklediğini açıkça söylemen, hedefler belirlemen ve onu takip etmen, eğer işler de aksama varsa belli aralıklarla onunla görüşmen, gerekirse görevden azletmen gerekir. Aksi takdirde mevcut yaşadığımız sıkıntılı durum ortaya çıkmaktadır ki bu durumun sürdürülebilirliği bulunmamaktadır.
Bundan yaklaşık 15 sene önce biri bana şunu söylemişti. “Devlette çalışırsan işin artar, çalışmazsan maaşın artar.” Ona da bu sözü bize söylediği tarihten 15 sene öncesi başka bir tanıdığı söylemiş. Bunca yıl devlette görev yaptım, bu denilenlerin gerçek olduğuna aynel-yakin şahit oldum. Çalışan, işin hakkını veren bir kimse birilerine gidip beni şuraya atayın diyemez. Utanır böyle bir şey demekten. Bekler ki ben zaten işimi doğru yapıyorum, bunu görenler değerlendirsin kendisini. Ancak genellikle atamalar, iş yapmayan ama kendi PR’larını yapanların lehine sonuçlanır. Böyle olunca da sonuç yukarıda bahsettiğimiz gibi gerçekleşmektedir. Sayın Cumhurbaşkanı konuşmalarında Ömer’ler aradığını söylemektedir. Ancak gerçek Ömer’leri bulma sorumluluğu yönetici makamında oturanlarındır. Çünkü gerçek Ömer’ler hayâsından gidip de kendilerine bir görev isteyemezler. Bu nedenle devlette sorumluluk makamında bulunanların ehil, sadık ve devlet malını kendi malından üstün gören kişileri kendilerinin araştırması, bunları bulup onlara teklifi bizzat kendisinin yapması ve onlarla çalışması gerekmektedir.
Bugün baktığımızda bize gözüken şey, özellikle 17-25 Aralık olaylarından sonra yaşanan olağanüstü koşullar nedeniyle Sayın ERDOĞAN kime güveneceğini sanki bilemez duruma geldiği ve sanki kapalı devre çalıştığıdır. Bir şekilde çevresindekilerin referansıyla genç, tecrübesiz veya kendi küçük menfaatlerinin peşinden koşup da yukarıya bir şey aksettirmeyen, günü kurtarıp uzun vadeli düşünmeyen bir bürokratik oligarşi oluşmuştur. Bu yapı FETÖ ile de mücadele etmemiş, eder gibi görünmüş ve ERDOĞAN’a yanlış bilgi vermişlerdir. Daha önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi kamu da gerçek FETÖ temziliği %30 civarındadır ve birçok üst makamda maalesef FETÖ’cüler hala etkin olarak çalışmaktadırlar. Bu nedenle mevcut Bakan ve Bürokrat takımında esaslı bir değişiklik yapılması bir gereklilik değil artık bir zorunluluktur. Bu yapı değişmeden ne kadar kaynak bulunursa bulunsun eninde sonunda sistem tıkanır ve sonuçta duvara toslanır. Bu nedenle devlette şuan için ilk yapılması gereken şey, başta bakanlar olmak üzere köklü bir revizyona gitmek, uzun süredir belli makamları işgal eden ancak yaptığı hiçbir şey bulunmayan kişileri değiştirmek, devletin ve milletin menfaatini kendi menfaatinden daha üstün gören sadık, liyakatli ve beytül-mal bilinci olan kişileri göreve getirmektir.
Günümüz dünyasında devlette özellikle üst kademede çalışanların sadece kendi ülkelerini değil dünyayı da okuyabilmesi, küresel düşünüp, bölgesel ve yerel karar verme yetisine sahip olması gerekmektedir. Bugün dünyada yaşanan covid salgını, Ukrayna-Rusya Savaşı, ÇİN-ABD kapışması, Suriye olayları, küreselcilerin “Great Reset” çalışmaları, insanlığa ve Müslümanlara örülen ağları okuyamayan kişilerin idari makamlara talip olması gerçekten büyük vebaldir. Esasen daha kriz gelmeden yaptığı okumalarla tedbir alıp, muhtemel bir krizin teğet geçmesini sağlamak mümkünken, kısır tartışmalar ve küçük menfaatler peşinde koşan çapsız insanlar nedeniyle maalesef ülkemiz çok büyük sıkıntılar yaşamaktadır. Bangır bangır bağırarak gelen bir 3. Dünya savaşı varken, gıda ve enerji krizi ben geliyorum derken, bunu daha önce size hatırlatan ve tedbir alın diyen kişilere kulak asmayıp günü kurtarmayı seçerseniz, günün sonunda hem siz hem de halkın tamamı çok ağır bedeller ödeyerek gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalırsınız. Bugün yaşanan tüm sıkıntıların temelinde de bu problem yatmaktadır.
bu nedenle, yeni ekonomik modelin de ülkemizin de başarısı bize göre öncelikle Kaht-ı Rical sorununun çözümüne bağlıdır. Bedeli ne olursa olsun bu yapılmadığı sürece ne bu hükümetin ne de başka bir hükümetin başarı şansı maalesef bulunmamaktadır. Bilmiyorum belki de köprüden önceki son çıkışı da geçtik ve ne yapılırsa yapılsın belki de dönülmez bir noktaya gelindi. Ancak öyle bile olsa gelecek dönem için bir hazırlık yapılması, geçiş döneminden sonra ki hızlı yükseliş için bu hazırlıkların şimdiden yapılması gerekmektedir. Aksi takdirde devletimiz hiçbir zaman düze çıkamayacaktır.
Yeni ekonomik model ve yapılması gerekenlerle ilgili yazı dizimize devam edeceğiz inşallah. Takip etmenizi, görüş ve eleştirilerinizle katkıda bulunmanızı canı gönülden bekleriz.
Selam ve muhabbetle…
M. Emrullah ÜNAL
0 YORUMLAR
Bu KONUYA henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu sen yaz...