Yeni Ekonomi Modeli, Alınması Gereken Dersler ve Yapılması Gerekenler 1
Sayın Cumhurbaşkanının “faiz sebeptir, enflasyon sonuçtur” tezi kapsamında yeniden şekillendirilen yeni ekonomik model yaklaşık 10 aydır uygulanmaya başlandı. 23 Eylülde başlayan faiz indirimleri en son Aralık ayında yapılan toplantıda da sürmüş ve Merkez Bankasının politika faizi %14’e çekilmiştir. Ancak yeni ekonomik modelin başlamasıyla birlikte 8,60 civarında olan döviz kuru Aralık ayından yapılan indirimden sonra 18,40 TL’ye kadar çıkmış, daha sonra Bakanlar Kurulu toplantısından sonra yapılan açıklamanın ardından çok hızlı bir şekilde gerileyerek 11 TL civarına kadar düşmüştür. Ancak Haziran ayı itibariyle dolar kuru 17 TL’yi geçerek tekrar yükselişini sürdürmüştür.
Aralık ayında Bakanlar Kurulu sonrası yapılan açıklamaya kadar piyasalar öyle bir dalgalanma geçirmiştir ki şahsen ben 90’lı yıllarda dahi bu kadar süratli fiyat değişikliklerine ve ekonomik belirsizliklere rastlamamıştım. 1990’lı yıllarda hemen her ay tüm ürünlere %5-%10 zam gelir ancak haftada bir değişmez, ürünlerde stokçuluk yapılmazdı. Yeni ekonomik model sonrasında ise belirsizlik ve hemen her gün gelen zamlar sonrasında insanlarda ne oluyoruz telaşı başlamış, bir çok kişi yaşanan kaos ve telaştan dolayı parasının değerini korumak kastıyla dolar satın almış, TL çok süratli bir şekilde değer kaybetmiştir. Aralık ayında açıklanan ekonomik önlem paketiyle piyasalar kısmen rahatlamış, en azından durumu değerlendirmek için zaman kazanılmıştır.
Peki neler oluyor ve Sayın Cumhurbaşkanı neden seçim atmosferine girmişken böyle bir risk almıştır? Bu ekonomik modelin başarı şansı var mıdır? Bu yazı dizimizde bu hususları analiz etmeye ve çözüm önerileri geliştirmeye çalışacağız.
Faiz Sebep midir Yoksa Sonuç mudur?
Yeni ekonomik model temel olarak Sayın Cumhurbaşkanının faiz sebeptir enflasyon sonuçtur varsayımı üzerine kuruludur. Ancak ülkemizdeki ve dünyadaki para sistemi Mete Gündoğan hocanın adlandırmasıyla borca dayalı para sistemidir. Mevcut sistemde Merkez Bankaları piyasalara açık piyasa işlemleri ile belirli bir faiz oranından para arz eder ve bankalar almış oldukları bu paraları piyasaya daha yüksek bir faiz oranından borç vererek değerlendirirler. Örneğin bankalar %15’ten merkez bankasından borç alırken bunu %20’den piyasaya, hazineye veya reel sektöre borç olarak verir. Aynı şekilde bireyler ve şirketler bankalara mevduat yatırdıklarında banka bunlara belli bir faiz vermeyi taahhüt eder. Söz konusu taahhüdünü ödeyebilmek için ise taahhüt ettiği faizin üstünde bir faiz oranından yine kişi ve kurumlara borç verir.
Merkez bankasına veya mevduat sahiplerine en az %15 faiz ödeyecek olan bir bankanın piyasaya %20 faiz üzerinden borç vermesi durumunda reel sektör ve diğer piyasalardaki borç alanların bu borcu ödemesi için en az %20 kar ile mallarını satmaları gerekmektedir. Aksi takdirde bankalardan alınan borç ödenemeyecek veya bu borcu ödemek için kişi veya şirketlerin kendi öz sermayelerinden veya mal varlıklarından satış yapmaları gerecektir.
Bu anlamda düşünüldüğünde faizin daha başlangıçta enflasyonun sebebi olduğu düşünülebilir. Ancak malın sürümünden daha fazla gelir elde edilmesi, üretilen ve satılan malın tamamının değil de bir kısmı için borçlanılmış olması gibi sebepler düşünüldüğünde ise faiz ile birebir ilişki olmayabilir. Yapılacak olan analizlerde bu hususun da dikkate alınması gerekmektedir.
İktisatta tüm teoriler genellikle diğer her şey sabit varsayımı (ceteris paribus) altında kuruludur. Ancak insan sosyal bir varlık olduğundan genel olarak bir olay gerçekleştiğinde diğer şeyler sabit kalmamakta, onlar da kendi dinamikleri doğrultusunda değişim göstermektedir. Bugün piyasalar öyle bir şekilde oluşturulmuştur ki hiçbir makul ekonomik gerekçe olmamasına rağmen tamamen spekülasyon veya manipülasyonlarla paranın ve malların değeri ani bir şekilde çok fazla yükseltilip çok fazla düşürülebilmektedir. Bunda dünyadaki sermayenin ve üretim kalıplarının çoğunluğu aynı dine veya inanışa sahip dar bir çevrenin elinde bulunmasının etkisi çok büyüktür. Çünkü dünyadaki paranın %85’ine doğrudan veya dolaylı olarak bu ekip hükmetmektedir ve kurallar da onların isteği ve menfaati doğrultusunda konulmuştur. Bugün ekonomi diye bize üniversitelerde okutulan şey de esasen onların bize dayattığı kendi ekonomik sistemlerini sürdürme üzerine kurulu bir sistemdir. Bu nedenledir ki üniversitelerdeki Profesörlerde dahi öğretilmiş çaresizlik bulunmakta, yurt dışına eğitim için gönderdiğimiz kişilerde bile mevcut düzene karşıt bir görüş dahi üretilememektedir. Neredeyse hemen herkes mevcut yapıyı sorgusuz sualsiz kabul etmiş, alternatif üretme telaşını bırakmıştır. Bu gerçekliği her zaman aklımızın bir köşesinde tutarak yazımıza devam edelim.
Güçlü bir devlet olmanın ve kurtlar sofrasında hayatta kalmanın yolu; her daim savaşa girecekmiş gibi hazırlık yapmak ve istemeden de olsa sana bir saldırı olması durumunda bunu tüm gücünle bertaraf etmeye çalışmaktan geçer. Bir savaşa girmeden önce, daha ilk başta düşünülmesi gereken şey; ülkenin gerek maddi gerekse manevi gücünün bu savaşı kaldırabilecek durumda olup olmadığının değerlendirilmesidir. Her ne kadar haklı olsan da eğer ki haksızlığa karşı gelme gücün yoksa ve de gücünün üstünde bir tavır sergilemen daha büyük bir zarara sebep olacaksa, yapman gereken şey, Cennet Mekan Sultan Abdülhamid Han gibi mümkün olduğunca denge politikası yürütmek ve yeterince güçleninceye kadar savaştan kaçınmaktır. Aksi takdirde seni sudan sebeplerle bir cenderenin içine sokup parçalamaları ve yok etmeleri işten bile değildir. Yakın tarihimizde yaşadığımız I. Dünya Savaşı ve sonuçları bizlere bu hususta en güzel ibret vesikalarından biridir.
Bu nedenle faize ve faiz lobisine savaş açılacaksa;
- Böyle bir savaşı göğüsleyebilecek maddi ve manevi gücümüz var mı?
- Bu savaşa girerken yeterli mermimiz ve mühimmatımız var mı?
- Konjonktürel olarak bu dönemde böyle bir savaşa girmek doğru mu?
- Mevcut kurmay ve asker yapısı ile güvenilir mi ve bu kadrolarla (buradaki kastım mevcut yetki makamında bulunan kişilerle) bu şekilde savaşa girmek doğru mu?
- Mevcut yapıya alternatif oluşturabilecek entelektüel bir birikimimiz var mı? Bu yapıyı kaldırdığımızda yerine gerçekten adil bir sistem kurabilecek miyiz?
gibi soruların tüm yönleriyle değerlendirilmesi ve yapılan değerlendirme sonunda şayet artısı eksisinden daha fazla ise böyle savaşa girilmesi daha doğru olurdu. Şahsen ben özellikle p(l)andemiden sonra gerek ülkemizde gerekse de dünyadaki ulus devletlerde yaşanan ekonomik bozulma nedeniyle bizim böyle bir savaşı kaldırabilecek maddi ve manevi kuvvetimizin olmadığını düşünmekteydim.
Çünkü böyle bir savaşta sana saldırı olacağı kesin ve ekonomik olarak ne yeterli döviz rezervin bulunmakta, ne ekonominin üretim çarkları kendi kendine dönebilecek bir seviyededir. Swap anlaşmaları hariç tutulursa döviz rezervleri eksi bakiye vermektedir. Ayrıca bugün 100 birimlik bir mal üretebilmek için ekonomimizin yaklaşık 75 birimlik ithalat yapması gerekmektedir. İç tüketimi de düşündüğümüzde aslında üretirken dahi cari açık verebilmekteyiz. Enerji başta olmak üzere ekonomik çarkların dönebilmesi için gerekli olan tüm unsurlarda maalesef dışa bağımlı durumdayız. Konjoktürel açıdan bakarsak aslında p(l)andemi sonrası batı dünyası, ekonomilerinin sadece ÇİN’e bağımlı olmasının ne kadar yıkıcı bir etkisi olduğunu görmüş bulunmaktadır. Bu nedenle ÇİN dışında yakın coğrafyaya bugün olmazsa yarın yatırım yapılacağı düşünülebilir. Ancak, bunun gerçekleşmesi için de siyasi ve ekonomik istikrarın bulunması gerekmektedir. Ülkemizin etrafına bakıldığında belki güvenli ada veya liman gibi gözüksek de gerek Suriye savaşı ve 5 milyona yakın mülteci sorunu, gerekse dış ülkelerden adeta kavimler göçünü andıran göçler, bunun yanında Ukrayna-Rus savaşı ve Yunanistan’ın sürekli bize karşı kışkırtılması gibi faktörler, ÇİN’e olan bağınlılığı azaltmak adına yapılacağı düşünülen yatırımların beklediğimiz şekilde ülkemize gelmemesine neden olabilir. Bu nedenle bu açıdan bakıldığında da böyle bir savaşa girme hususunda hazır olmadığımız ve/veya yeterli analiz yapılmadığı, risklerin yeterince düşünülmediği anlaşılmaktadır.
Mevcut bürokrat takımı ise (daha doğrusu yetkiyi elinde bulunduran kurmay ekiple) maalesef bırakın dışarıya güven vermesini, bugüne kadar hükümeti ne pahasına olursa olsun desteklemiş insanlara dahi güven vermemektedir. Bugün ki bürokrat takımının çoğu maalesef ülkesinden ziyade kendine çalışan ve liyakatsiz bir görüntü vermektedir. FETÖ’nün etkisiyle Sayın Cumhurbaşkanı kime güveneceğini şaşırmış, en güvendiği insanlardan bile yemiş olduğu darbeler nedeniyle sanki kapalı devre olarak dar bir çevrede hareket eden bir kişi görüntüsü vermeye başlamıştır. Her nekadar konuşmalarında Ömer’leri arasa da, gerek bakan atamalarına gerekse bürokrat atamalarına bakıldığında, dönüp dönüp aynı kişilerin atandığı, hakkında sağır sultanın bile duyduğu (FETÖ’cü olma ve yolsuzluk gibi) söylentiler bulunan kişilerin hala belli makamlarda tutulduğu ve atanmaya devam edildiği görülmektedir. FETÖ ile mücadele etmeyen ancak etmiş gibi gözüken ve Cumhurbaşkanının gözünü boyayan kişilerin hala etkin konumda bulunması, FETÖ temizliğinin %30 seviyesini geçmemiş olması, mevcut kurmay takımına olan güveni maalesef çok fazla sarsmış bulunmaktadır. Bu nedenle bu açıdan da değerlendirdiğimizde bu kadro ile böyle bir savaşa girilmemesi gerekirdi.
Mevcut yapıya alternatif oluşturabilecek entelektüel bir birikimimiz var mı sorusuna gelince, maalesef ülkemizdeki üniversitelerde hocalarımızın çoğunun, bırakın alternatif bir ekonomik model geliştirmeyi, mevcut düzeni farklı bir şekilde yorumlamaktan dahi aciz olduğunu görürsünüz. Oysa ki bir Müslümanın Kur’an ve Sünnet ile haramlığı sabit olan faiz düzenine karşı şimdiye kadar çoktan alternatif bir fikir geliştirmesi gerekirdi. Ancak üniversitelerdeki genel yapı dini bilenlerin iktisadı bilmemesi, iktisadı bilenlerin ise dini bilmemesidir. Ayrıca iktisadı bilenlerin bildiği şey kendilerine mevcut küresel elitler tarafından öğretilen ve sanki mutlak doğru gibi kabul ettirilen iktisat teorisidir. Mevcut hocaların bir kısmının beyni öylesine formatlanmıştır ki öğretilmiş çaresizlik içinde hareket etmektedirler. Bu nedenle onların fikrine karşı alternatif bir fikir ileri süremezsin eğer ki alternatif bir fikir düşünmeye kalkarsan tabir caizse hemen aforoz edilirsin. Oysaki özgürlükler mecrası olan üniversitelerde sırf bilimsel özerklik adına da olsa mevcut düzene alternatif teorinin geliştirilmesi gerekirdi. Ancak bu yapılmadığı için entelektüel birikimimiz maalesef neredeyse yok hükmündedir. Oysa ki başta iktisadın tanımı olmak üzere mevcut kitapların komple yeniden yazılması gerekmektedir. Bu husus artık ihtiyaç değil zorunluluktur. Bu hususta fikir vermesi adına bu sitede yayınlanmış olan “İktisat ve Maliye Kitaplarının Yeniden Yazılma İhtiyacı” başlıklı yazıyı okumanızı tavsiye ederim.
Bütün bu unsurları bir arada değerlendirdiğimizde, eğer ki bizim bilmediğimiz başka bir şey yoksa ve şapkadan sürpriz bir tavşan çıkarılmayacaksa, mevcut ekonomik modelin uygulanması için erken davranıldığı söylenebilir. Nitekim şuana kadar ki ekonomik gerçekleşmeler ve vatandaşlarımızın yaşamış olduğu sıkıntılar bu öngörümüzü doğrular niteliktedir. Eğer ki oyunun kuralını siz koymuyorsanız yeterince kuvvetleninceye kadar oyunu mevcut kurallara göre oynamak daha az maliyetle bu sürecin atlatılmasına katkı sağlardı.
Ancak bazı durumlarda devletler istemeden de olsa kendini savaşın içinde bulabilir. Bu doğrudan birilerinin size savaş açmasıyla olabileceği gibi, saldırı için sizi her geçen gün daha da kuşatmaları dolayısıyla, daha fazla köşeye sıkışmadan kuşatmayı yarmak amacıyla da olabilir. Hükümetin aldığı kararlar bu kapsamda mı bilemiyorum. Ancak öyle bile olsa bunun vatandaşlara iyi izah edilmesi ve vatandaşlarının ülkesine olan bağlılığının artırılması gerekirdi. Halk ile olan diyaloğun geliştirilmesi halka neden bu şekilde bir politika izlendiğinin daha iyi anlatılabilirdi. Örneğin faizi düşürülmeseydi devletin ve milletin borçlanma maliyeti ve bunun devlete ve millete maliyeti ne kadar olacaktı bunun detaylı olarak incelenmesi, şuan uygulanan politika sonrasında oluşan maliyet ile karşılaştırılması ve bunun halka anlatılması gerekirdi. Yani politika faizi %14 iken bankalar devlete %25 ile borç veriyorsa, politika faizi dünya ile paralel bir şekilde arttırılsaydı oluşacak maliyetin masaya yatırılması ve devlete millete olan maliyetinin ortaya konulması halkın inancının ve direncinin artırılması gerekirdi. Ayrıca ülkemizdeki gelişmelerin özellikle Rusya-Ukrayna savaşı gibi uluslararası gelişmelerden etkilendiği, iç dinamikler kadar dış dinamiklerin de mevcut sorunların yaşanmasında etkili olduğu anlatılabilirdi. Ancak bunlar yapılmadığı için şuan karşılaştığımız sonuç, vatandaşların hükümete ve mevcut ekonomik modele olan inancının her geçen gün daha da azaldığı gerçeğidir.
Ülkeler için ister kendi istekleriyle ister 1. Dünya Savaşında olduğu gibi istemeden de olsa bir savaşa girilmişse artık önümüzde iki seçenek bulunur;
- Ya bu savaşı ne pahasına olursa olsun kazanmak için çalışmak,
- Veya en az zararla bu savaştan nasıl çıkılabilir bunun çaresine bakmaktır.
Şuan bulunduğumuz durum savaşın başlamış olduğudur. Bu nedenle sen şurada hata yaptın, bunu yanlış yaptın diyerek yıkıcı eleştiri yapmaktan ziyade artık bu savaşı nasıl kazanabiliriz veya bu savaştan nasıl en az zararla çıkabiliriz bunun üzerinde kafa yormamız gerekmektedir. Mademki savaş başlamış ve hepimiz aynı gemideyiz, artık birbirimiz suçlamak yerine aynı gemide olduğumuzu fark edip eğer ki bu gemi batarsa herkesin boğulacağı veya zarar göreceği bilinciyle gemiyi ayakta tutmaya çalışmak en doğru karar olacaktır. Yoksa düşmanımın düşmanı dostumdur mantığıyla davranıp gemiyi batırmaya çalışmak en nihayetinde senin de batıp boğulmana sebep olacaktır. Bu nedenle hükümetten ayrı olarak olaya devletimizin bekası olarak bakıp ülkemizin bu badireden nasıl çıkabileceği hususunda kafa yormalıyız. Esasen her kriz aynı zamanda bir fırsat olduğundan, belki bu kriz sayesinde yeniden bir yapılanma yaparak devletimizi her yönde daha sağlam temeller üzerine inşa edebiliriz.
Acizane biz de bu yazı dizimizde ülkemiz için neler yapılabilir, bu hususlarda sizlerle fikirlerimizi paylaşmaya çalışacağız. Yazımızı daha fazla uzatmama adına çözüm önerilerini içeren fikirlerimizi diğer yazılarımıza bırakıyoruz. Takip etmenizi ve görüş ve eleştirilerinizle katkıda bulunmanızı canı gönülden tavsiye ederiz.
Selam ve muhabbetle…
Emrullah ÜNAL
0 YORUMLAR
Bu KONUYA henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu sen yaz...