Deprem Yaralarının Sarılması İçin Kaynak Önerileri-2

Deprem Yaralarının Sarılması İçin Kaynak Önerileri-2

Geçen yazımızda depremin yaralarının sarılabilmesi için vatandaşımıza en az külfet getirecek şekilde kaynak önerilerimize başlamıştık. Bu kapsamda siyasi partilere yapılan hazine yardımının 2023 ve 2024 yılı için bir kat uygulanması, zorunlu deprem sigortası DASK’ın yaygınlaşması için bazı uygulamalar yapılması, hazine arazilerinden özellikle depreme dayanıklı müstakil konut inşaatı için arsa üretimi, kentsel rantların vergilendirilme işinde mevcut mevzuatın işletilmesi ve buna ilave olarak belli yoğunluğun üzerindeki imar değişikliklerinde ek imar vergisi getirilmesi ile Merkez Bankasından 2 yıllık geçici süre için bütçe harcamalarının %5’i kadar avans kullanımı yapılmasına izin verilmesi halinde yaklaşık 225 Milyar TL’lik bir kaynağın oluşturulabileceğini hesaplamıştık.

Ancak depremin yaraları çok daha büyük olduğundan, vatandaşlarımıza en az külfet getirenden başlamak üzere kaynak bulmaya ilişkin yazılarımıza devam edeceğiz. Bu yazımızdaki kaynak önerilerimiz ise aşağıda maddeler halinde sizlerle paylaşılmıştır.

1. Artık bireylerin değil servetlerin vergilendirilmesi gerektiği bir döneme girmiş bulunmaktayız. Bu nedenle gerek deprem yaralarını sarmak gerekse de diğer finansman ihtiyaçları için mümkün olduğu kadar paradan para kazanan ve servet sahibi kişilerin vergilendirilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda vergilendirilebilecek en bakir alanlardan birinin BORSA’lar olduğu düşünülmektedir.

Daha borsaya vergi lafını söyler söylemez birilerinin ayağa kalkacağı kesin. Bu kesim için borsa eşittir ekonomi demektir ve sermaye ürkek olduğundan onu ürkütecek düzenlemelerden uzak durulmalıdır. Ancak her ne kadar bize bu şekilde gösterilse de devletlerin ekonomisi sadece borsa ve döviz kurlarından ibaret değildir. Borsalar genellikle şirketlerin ilk itfasından sonra ikincil piyasa olduğundan üretime doğrudan bir katkısı bulunmamaktadır. Yani borsaya açılan şirket, ilk itfada satmış olduğu hisseler karşılığında elde etmiş olduğu sermaye ile yatırım yaparak üretime katkı sağlama imkânı elde ederken, ikincil alım satımların bu şekilde yatırımı artırıcı bir etkisi yoktur. Her ne kadar sermaye birikimine katkısı nedeniyle dolaylı etkisi olduğu iddia edilse de bu katkı oldukça sınırlı olup, borsaların mevcut çarpık yapısı nedeniyle çoğu zaman yıkıcı etkisi daha fazla olmaktadır.

Bugünkü haliyle borsalar üretimden ziyade sadece paradan para kazanma yeri haline gelmiştir. Her ne kadar milyonlarca kişi borsadan gelir elde ediyor gibi bir savunma gelse de, borsadan gerçekte para kazananlar genellikle küçük yatırımcıdan ziyade Balina diye de adlandırılan büyük sermaye sahipleridir. Bu nedenle tamamen spekülasyon ve manipülasyon üzerine kurulu bu borsa sistemi sermaye piyasasından ziyade kumarı andırmaktadır. Çünkü paranın sahipleri sudan bahanelerle bir hisseyi bir günde %100 artırıp indirebilmektedirler. Bir şirketin her şeyi aynı iken hangi bahaneyle hisseleri bir anda %100 değer kazanabilir veya kaybedebilir? Bunun mantıklı bir izahı olabilir mi? Deprem zamanı bile depremden sonra oluşacak olan inşa süreci için çimento ve yapı malzemeleri hisselerinin tavan yapması, borsanın spekülasyondan uzak duramadığını bizlere en acı şekilde göstermiştir.

Bu haliyle bugün borsalar, küresel para çetelerinin spekülasyon ve manipülasyon ile insanları tokatladığı, devletlerin ekonomilerini çökerttiği ve çöken ekonomilerde zora düşen veya devalüasyon nedeniyle çok ucuzlayan şirketleri ölü eşek fiyatına alarak devletlerin ekonomilerine ve üretim araçlarına sahip oldukları bir mecra haline gelmiştir. Bu konu, üzerine bağımsız bir makale yazacak kadar uzun bir konu olmakla beraber biz yazıyı uzatmamak adına bu kadarla iktifa edelim.

Borsada durum yukarıda belirttiğimiz şekilde olmakla beraber, yıllardır ekonomiyi sadece borsadan ibaret gösteren, küresel çetenin bazı algı operatörlerinin etkisiyle hemen hemen hiçbir borsadan doğru dürüst bir vergi alınmamaktadır. Bu durum sadece biz de değil neredeyse gelişmekte olan ülkelerin tamamında da benzer şekildedir. Ülkemizde bazı borsa gelirleri vergiye tabi olsa da vergi oranı birçok kalemde %0’dır. Sadece temettü gelirlerinden istisnayı aşan kısım (ki temettü gelirlerinin yarısı istisna kapsamındadır) %10 stopaja tabi tutulmakta, geri kalan kısım belli bir tutarı aşarsa beyan edilmekte aşmıyorsa beyan edilmediği için başkaca bir vergi alınmamaktadır.

Geçen yıla kadar asgari ücretten dahi vergi alan devletimiz sırf sermaye sahiplerini ürkütmemek adına maalesef sermaye piyasalarını etkin olarak vergilendirememiştir. Sermaye piyasasını geliştirmek için de olsa bu uygulama hakkaniyete uygun olmadığından vicdanları yaralamaktadır. Ayrıca bu durum, kapitalist düzende haklının değil, sermayeyi elinde tutanın, yani güçlünün hukukunun uygulandığına en güzel örneklerden biridir. Bu nedenle sermaye birikimi oluşturabilmek ve yabancı yatırımcı çekebilmek için yıllardır neredeyse hiç vergilendirilmeyen borsaların artık vergilendirilme zamanı gelmiştir.

Millet can derdinde iken bazılarının milletin acısı üzerinden bile servetlerini artırma derdinde olduğu bu yapının bir an önce terbiye edilmesi ve düzene sokulması bize göre artık zorunludur. Sıcak para girişleri ile ekonomileri alt üst eden borsa yapısından daha adil vergilendirilen ve topluma faydası olan bir borsa modeline geçilmesi gerekmektedir. Esasen böyle bir modelin kurulması sadece bizim için değil tüm dünya milletleri için de gereklidir. Nasıl ki Sayın Cumhurbaşkanımız “Dünya 5’ten büyüktür” diye BM’de haykırmışsa artık "ekonomilerin de borsadan ibaret olmadığı ve daha adil bir şekilde vergilendirilmesi gerektiği" de haykırılmalıdır.

Bu nedenle başlangıç olarak tüm borsa alım-satım işlemlerinde işlem vergisi getirilmesi gerekmektedir. Bu sayede paradan para kazananlar hiç olmazsa alım-satım sırasında bu işlemin vergisini vererek topluma katkıda bulunabilirler. Ayrıca borsadaki manipülasyon ve spekülasyonların da önüne bir nebze de olsa geçilebilir.

Bizim bu konuda önerimiz şirketlerin piyasaya ilk açılımlarında herhangi bir vergi getirilmemesidir. Çünkü ilk piyasaya açılımda şirketler yatırım için ihtiyaç duydukları sermayeyi hisselerinin bir kısmını piyasaya satarak elde etmektedirler. Bu ise yatırım ve istihdam üzerinde pozitif etkisi olan bir durumdur. Ancak, yukarıda da değindiğimiz gibi, ikincil satışlarda al-sat işleminin ülkenin yatırım ve istihdamına doğrudan bir faydası yoktur. Bu nedenle ikincil piyasadaki al-sat işlemlerinden cüzi de olsa bir vergi alınması hem piyasayı regüle edecektir hem de devletin başta deprem yaralarını sarmak için olmak üzere ihtiyaç duyduğu kaynak için muazzam bir gelir elde etmesine katkı sağlayacaktır.

Bizim modelimize göre borsaya zamanla ters orantılı miktarla doğru orantılı alım satım vergisi getirilmelidir. Yani zaman uzadıkça al-sat vergisi düşecek ancak miktar artıkça vergi miktarı artacaktır.

İşlem Tutarı (Aynı Hisse Senedi İçin)

0-3 Ay İçinde Satanlar İçin

3-6 Ay İçinde Satanlar İçin

6-9 Ay İçinde Satanlar İçin

9-12 Ay İçinde Satanlar İçin

0-1.000.000,00 TL Arası İşlemler İçin

%1

% 0,75

% 0,50

% 0,25

1.000.000-10.000.000,00 TL Arası İşlemler İçin

% 1,25

% 1

% 0,75

% 0,50

10 Milyon-100 Milyon Arası İşlemler İçin

% 1,5

% 1,25

% 1

% 0,75

100 Milyon TL Üzeri İşlemler İçin

%2

%1,5

% 1,25

% 1

 

Yukarıdaki tabloda da görüleceği üzere küçük yatırımcı mümkün olduğunca az vergilendirilerek korunacak, büyük sermaye sahipleri ise sermaye miktarına bağlı olarak daha fazla vergilendirilecetir. Aynı zamanda zaman arttıkça vergi miktarı düşeceği için borsa da uzun vadeli yatırımlar teşvik edilmiş olacaktır. Bu sayede borsanın bir nebze de olsa manipülasyondan kurtulmasına ve uzun vadeli bir yatırım aracı haline getirilmesine de katkı sağlanacaktır.

Bu şekilde bir vergi düzenlemesi yapılması durumunda, uzun vadeli yatırımları hiç artmamış olsa bile, ortalama %1 vergi alınması durumunda, borsada ki işlem hacmi 2022 yılındaki işlem hacmiyle aynı bile kalsa yıllık 150 milyar TL gelir elde edilebilecektir. Vergi düzenlemesi nedeniyle işlem hacmi 2022 yılı işlem hacminin üçte birine düşşe dahi, devletimiz yıllık minimum 50 milyar TL vergi geliri elde edebilecektir. Üstelik bu rakam sadece satıcılardan alınacak vergi için hesaplanmıştır. Hem alıcının hem de satıcının vergilendirilmesi durumunda bu rakam 100 Milyar TL ile 300 Milyar TL arasında değişmektedir.

Borsanın Yıllık İşlem Hacmi Yaklaşık

Sadece Satıcılardan %1 Vergi Alınması Durumunda

Hem Alıcıdan Hem Satıcıdan Vergi Alınması Durumunda

Vergi Geldiği İçin İşlem Hacminin 1/3’e Düşmesi Durumunda Sadece Satıcı Vergilendiğinde

Vergi Geldiği İçin İşlem Haciminin 1/3’e Düşmesi Durumunda Hem Alıcı Hem Satıcı Vergilendiğinde

15 Trilyon

150 Milyar TL

300 Milyar TL

50 Milyar TL

100 Milyar TL

 

Üstelik projeksiyonu yapılan bu senaryo, sadece BİST için yani hisse senedi piyasasındaki işlemler için geçerli bir senaryodur. VİOP, Altın, kripto para borsası vb diğer borsalarda eklendiğinde bu rakam çok daha yukarıya çekilecektir. Örneğin Altın Borsasında yıllık işlem hacmi 240 ton altındır. Aynı şekilde burada da %1 alım-satım vergisi konulsa yıllık asgari 2,4 ile 4,8 ton arasında değişen saf altın eşdeğeri bir vergi geliri elde edilebilecektir.

Borsanın Yıllık İşlem Hacmi Yaklaşık

Sadece Satıcılardan %1 Vergi Alınması Durumunda

Hem Alıcıdan Hem Satıcıdan Vergi Alınması Durumunda

240 Ton (240.000.000 gr)

2,4 Ton Altın Eş değeri vergi (TL değeri 3,1 Milyar TL)

4,8 Ton Altın Eşdeğeri Vergi (TL değeri 6,2 Milyar TL)

 

Belki bazılarının aklına borsadan kaçan paranın dövize yönlenmesi durumunda ne olacak diye bir soru gelebilir. Zaten borsaya böyle bir vergi getirirken tek başına değil bunun muhtemel yan etkilerini bertaraf edecek düzenlemeler ile birlikte getirilmelidir. Bu hususta bizim önerimiz borsaya vergi düzenlemesinin aşağıda yer alan 2. ve 3. maddelerdeki uygulamalarla eş zamanlı yapılmasıdır.

2. Borsaya vergi getirirken elbette bunun yan etkileri olacaktır. Borsadan tatlı para kazanmaya alışan özellikle büyük sermaye grupları ile onların akımına kapılan küçük yatırımcılar borsadan çekecekleri yatırımları döviz ve diğer yatırım araçlarında değerlendirmek isteyeceklerdir. Burada şunu iyi ayırt etmek gerekmektedir. Küçük yatırımcı daha çok parasını koruma güdüsüyle borsadan çıkma eğilimde olacakken büyük sermaye sahipleri genel olarak devleti bu hareketten vazgeçirmek ve bu akımın dünyada yaygın hale gelmesinin önüne geçmek için borsadan başka yatırım araçlarına yönelecektir. Bu kapsamda büyük sermaye sahiplerinin hızlı bir şekilde borsadan çıkarak bu parayı ekonomik dengeleri bozacak şekilde döviz ve altın gibi yatırım araçlarına yatırmaları kuvvetle muhtemeldir. Bu ise sıcak paranın hızlı çıkışında olduğu gibi devalüasyon ve bazı şirketlerin zora düşmesi şeklinde etki gösterecektir.

İşte bu yan etkileri en aza indirmek ve öngörümüz kapsamında hareket edecek olan sermaye gruplarını bir nebze olsa da cezalandırarak frenlemek için, borsaya getirilecek olan işlem vergisiyle eş zamanlı olarak şuan döviz alımlarında binde 2 olarak uygulanan verginin, satın alınan döviz miktarı ile doğru orantılı olarak artırılarak aktif olarak devreye sokulmasıdır. Bunun yanında elinde döviz tutanlara, enflasyonun üzerinde bir gelir etmeleri durumunda, değer artış kazancı olarak ayrıca bir verginin de uygulanması dövize yönelim hususunda caydırıcılığı artıracaktır. Yalnız burada dış ticaret ile aktif olarak uğraşan şahıs ve şirketler ile herhangi bir ithalat ve ihracat işi olmayanları ayırarak ikili bir yapıda vergilendirmeye gitmek gerekmektedir. Bu sayede muhtemel kur saldırısından dış ticaretle ilgilenen kişi ve şirketlerin en az etkilenmesi sağlanabilir.

Burada da bazı kişiler aynen borsada olduğu gibi bu vergiye de karşı çıkacak ve bizleri şiddetle eleştirecektir. Ancak herkes şunu bilmelidir ki kendi ülke parası yerine başka ülkelerin parasını tutmanın, hele de ihracat ve ithalat gibi bir zorunluğu olmadığı halde bunu yapmanın bir bedeli olmalıdır. Öte yandan Kur Korumalı Mevduat uygulamasında teşvik kısmı tamamlandı ancak ceza kısmı eksik bırakıldı. Bu nedenle vatandaşların döviz bozdurmasını teşvik eden düzenlemelerin yanında, döviz tutmayı cezalandıran bir mekanizmanın da getirilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda hem yukarıda belirttiğimiz borsaya işlem vergisini desteklemek hem de kur korumalı mevduat düzenlemesindeki eksiklikleri gidermek için;

  • Döviz ile doğrudan işi olmayan birey ve şirketlerin döviz alımlarında binde 2 olan verginin %1’e çıkarılması ve alım miktarı arttıkça bu oranın artırılması gerekmektedir.
  • Döviz satışlarında hem bankalara hem de döviz bürolarına T.C. kimlik ve vergi numarası ile satış yapılması zorunlu kılınmalıdır. Yani devlet kimde ne kadar döviz var bunu bilmeli, aksine hareket edenlere müsadere uygulaması dâhil caydırıcı müeyyideler getirilmelidir. Bu sayede devlet kimde ne kadar döviz var bunu görebileceği gibi döviz alım-satımlarından ciddi bir gelir elde edebilecektir.
  • Alım-satım vergisinin yanında dövizi olan bireylere değer artış kazancı vergisi de getirilmeli, döviz tutan kişilerin yıllık enflasyon oranını aşan getirileri de gelir vergisinin 103. Maddesindeki oranlar dâhilinde vergilendirilmelidir. Yani %15 ile %40 arasında döviz tutması nedeniyle enflasyonun üzerinde elde etmiş olduğu gelire göre bu kişiler vergilendirilmelidir.

Eğer bu şekilde bir düzenleme yapılırsa döviz tutmak vatandaş için maliyetli olacağı için yatırımlar dövizden daha reel piyasalara kayacaktır. Bu öngörümüzün olmaması durumunda bile devlet çok ciddi bir gelir elde edebilecektir. Örneğin Kur Korumalı Mevduat düzenlemesinden yavaş yavaş çıkılması ve borsa işlem vergisi dolayısıyla 20 Milyar Dolar paranın döviz piyasasına kayması durumunda, sadece %1 döviz alım vergisinden elde edilecek vergi miktarı 200 Milyon Dolar, yani yaklaşık 4 Milyar TL’dir. Bunun yanında dövizin enflasyonun üzerinde artması durumunda alınacak olan değer artış kazancı vergisi ile bu rakam çok rahatlıkla 10 Milyar TL’nin üzerine çıkacaktır. Eğer ki döviz enflasyonun altında kalırsa bu da enflasyonist baskıyı azaltacağından her halükarda devletimizin lehinedir.

Burada bir ara formül olarak, likit yatırımların dövizden uzak durmasını sağlamak için Altın alımlarında pozitif bir ayrımcılık uygulanabilir.  Yani Altın alımlarında sadece %1 alım vergisi getirilerek Altın yatırımcıları değer artış kazançlarından istisna tutulabilir. Çünkü her ne kadar altın ithalatı cari açığı artırsa da ülkemizde en azından yıllık 42 ton altın üretimi vardır. Ayrıca, altının piyasaya etkisi dövizin etkisi gibi doğrudan olmadığından ve altın alma işinde başka ülkelerin 0,25 cente bastığı 100 dolarlık bir kâğıda 2.000 TL gibi bir değer vererek onların enflasyona sebep olmadan para basmalarına yardımcı olunmadığı için, altın işlemlerinde sadece alım-satım vergisi ile yetinilebilir.

Bu düzenleme ile birlikte Kur Korumalı Mevduat düzenlemesi kademeli olarak azaltılmalı, bu uygulama sadece dış ticaret ile uğraşan kişi ve şirketlerle sınırlandırılarak, ithalat ve ihracatçıların elde ettikleri veya ihtiyaç duyacakları dövizi, herhangi bir kur riskine maruz kalmaksızın TL olarak tutmaları teşvik edilmelidir. Ayrıca vatandaşların döviz satımları tamamen vergiden istisna olduğu gibi, Merkez Bankası ve Devlet bankalarına döviz satımlarında %1 teşvik primi verilerek liralaşma teşvik edilmelidir.

3. Yukarıda belirtmiş olduğumuz vergi ve uygulamalar neticesinde paradan para kazanmaya alışmış piyasa oyuncularının oldukça rahatsız olacağı kesindir. Biz bunu zaten öngörüyoruz. Ancak sürekli aynı şeyleri yaşayıp sürünmektense öleceksek bir kere öleceğiz diyerek cesur adımlar atmamız ülkemizin bekası için gerekli değil zorunludur.

Bu nedenle ekonomik kalkınma modeli değiştirmek ve borsa ve kambiyo vergilerinin birilerini rahatsız etmesi nedeniyle oluşacak muhtemel yan etkileri azaltmak için, bu vergilerle birlikte  eş zamanlı olarak vatandaşlara helalinden gelir etme imkânını sağlanmalıdır. Yani ülkemizin ve dünyanın yeni bir kalkınma modeli geliştirmesi gerekmektedir.

Bu kapsamda özellikle kısa sürede dönüşü olacak yatırımların MÜŞAREKE SİSTEMİYLE yapılması sağlanmalıdır. Bu model esasen ayrı bir yazı konusu olmakla birlikte kısaca ifade etmek gerekirse kamu-vatandaş ortaklığında yeni bir kalkınma modelini içermektedir. Bu sayede hem devletimiz yatırımlar için ihtiyaç duyduğu sermayeyi herhangi bir borçlanma altına girmeden sağlayabilecek, hem vatandaşlar helal ve karlı yeni bir yatırım aracına kavuşacak, hem de devletimizin stratejik olarak acil ihtiyaç duyduğu alanlardaki yatırımlar hızla tamamlanabilecektir. Örneğin güneş ve rüzgâr enerjisi gibi 3 veya 6 ay içinde yatırımların tamamlanarak devreye alınabildiği alanlarda devlet, MÜŞAREKE SİSTEMİ ile vatandaşlara bu şirketlere ortak olma imkânını sağlayabilir. Devlet, bu tesislerden üretilecek enerjinin tamamını satın almayı taahhüt ederek ve yatırımı bizzat üstlenerek vatandaşlara güven verebilir. Bu sayede vatandaşlarımız kısa süre içinde devlet garantisi altında ek gelir sağlayabileceği yeni ve güvenli bir yatırım ortamına da kavuşacaktır.

Peki, bu sistem nasıl kurulacaktır. Öncelikle ihtiyaç duyulan alandaki yatırımın konusu, bu yatırım için gereken sermaye miktarı, yatırımın ne kadar sürede tamamlanacağı, tahmini gelir hedefi ve elde edilen gelirin/karın nasıl paylaşılacağı en ince detayına kadar planlanmalıdır. Bu plan doğrultusunda halka duyuru yapılmalı ve yatırıma katılmak isteyen isteklilerin belli bir tarihe kadar sermaye bedelini devletin belirleyeceği bir banka hesabına yatırması sağlanmalıdır. Eğer öngörülen süre içinde yatırım için gereken miktar toplanamaz ise yatırım için gerekli sermayenin kalan kısmı devlet tarafından tamamlanmalı ve devlet koyduğu sermaye oranında sisteme ortak olarak yatırımı gerçekleştirmelidir.

Bunu basit bir örnekle anlatmak gerekirse, diyelim ki devletimiz bir güneş enerjisi santrali kurmak istiyor. Bunun maliyeti de bugünün parası ile 100.000.000,00 TL olsun. Devlet vatandaşlara fizibilite çalışmalarını yaptıktan sonra duyuru yaparak bu yatırıma ortak olmak kimseleri davet edecektir. Yapılacak duyuruda yatırımın 3 ay içinde bitirileceği, yatırım sonucu üretilen elektriğin tamamının devlet tarafından satın alınacağı ve elde edilen gelirin %80’ninin yatırımcılara dağıtılacağı duyurulacaktır.

Burada vatandaşın yatırım sonunda parasının değerini koruyup koruyamayacağı endişesini ortadan kaldırmak için bir hisse bedeli 1 gr altın olarak belirlenmelidir. Ayrıca vatandaşlara istemeleri durumunda hisselerinin 1 gr altın değerinden 5 yıl sonra devlet tarafından satın alınacağı ve/veya isteyenlerin BİST’te satılmasına izin verileceği belirtilmelidir. Burada hisselerin altın üzerinden satılması vatandaşlar için bir nevi altın tasarrufu olacağı için oldukça cazip bir yatırım olacaktır. Çünkü altın yatırımcısının en büyük sorunlarından birisi bu altınları saklama sorunudur. Bu sistemde ise hem tasarruflar altın olarak korunacak hem de yatırım yapılmasına vesile olunarak ülkenin kalkınmasına katkı sağlanacaktır. Ayrıca müşareke sistemi ile kurulan şirketten elde edilen gelirin %80’i hissesi oranında ortaklara dağıtılacağı için yatırımcılar ek bir gelir elde etme imkânına kavuşacaktır.

Bu sayede yastık altı altınlar sisteme gireceği gibi altını olmayan ancak altın yatırımı yapmak isteyen vatandaşlarımız da paralarını altın alarak devletin yapacağı yatırımlarda kullanabilecektir. Böylece devletimiz ihtiyaç duyduğu sermaye birikimini sağlayabilecek, yatırımlar için ihtiyaç duyduğu kaynağı borçlanmadan temin edebilecek ve bütçeden herhangi bir para çıkmadan ülke için gerekli yatırımları yapabilme imkânına kavuşacaktır. Bunun yanında Yap-İşlet–Devret (YİD) projelerinde meydana gelen spekülasyonların önüne geçilecek, devlet müşareke sistemiyle kurmuş olduğu şirketlerle piyasa içinde vatandaşı ile birlikte faaliyet gösterecektir. Yatırımların bu şekilde yapılması nedeniyle bütçeden tasarruf edilecek miktar ise hem deprem yaralarının sarılmasında hem de devletin diğer finansman ihtiyaçlarında kullanılabilecektir.

Müşareke sistemi ve buna ek olarak katılım bankalarının yoğunlukla kullandığı murabaha sistemi devlet nezdinde kurumsallaştırılabilirse, sadece enerji yatırımları değil, savunma sanayinden toplu konut projelerine, altyapı yatırımlarından gıdaya kadar birçok alanda vatandaşın da işin içinde olduğu büyük bir kalkınma hamlesi başlatılabilir ve devletimiz vatandaşı ile birlikte büyüyüp kalkınabilir. Yazıyı daha fazla uzatmamak adına şimdilik burada keselim. Bu konuda detaylı bir çalışmayı inşaallah ileride sizlerle paylaşacağız.  

Yukarıda 3 başlık altında belirttiğimiz kaynak paketi kararlı bir şekilde uygulanabilirse yıllık en az 75 Milyar TL civarında bir kaynak elde edebileceği düşünülmektedir. Bu tutar minimum tutar olup, iyimser senaryoda bu kaynak miktarı 300 Milyar TL'nin üzerinde çıkmaktadır. Bundan daha önemlisi eğer ki bu kaynak paketi ve ekonomik model kararlı bir şekilde uygulanabilirse ekonomimiz orta ve uzun vadede çok daha sağlıklı bir zeminde istikrarlı bir şekilde büyüyebilecektir.

Deprem yaralarının sarılması adına kaynak çalışmalarımıza inşallah devam edeceğiz. Sizlerde yorum ve eleştirilerinizle bizlere katkıda bulunabilirsiniz.

Allah’a emanet olunuz.

Ömer DEMİRDAŞ

1 YORUMLAR

  • Hasan ALBAYRAK

    Çok güzel ve yerinde değerlendirmeler. Bunun uygulamasını yapacak irade ve yaptırım gücü, sermayesine ürkutmeden. Biraz da ahlaki boyutu var. Temenniler daha ileriye inşallah .

    YORUM YAZ