Anonim Şirketlerin Sınırsız Sorumsuzluğu!

Anonim Şirketlerin Sınırsız Sorumsuzluğu!

Ticari hayatın vazgeçilmez unsuru olan tacirlik müessesesinin muhteviyatını tüzel kişi tacirler ve gerçek kişi tacirler oluşturmaktadırlar. Türk Ticaret Kanunu’na (TTK) göre gerçek kişi tacir “bir ticari işletmeyi, kısmen de olsa, kendi adına işleten kişiye” denir. Tüzel kişi tacirler ise yazımızın öznesini oluşturacak olan şirketlerden ve karşılıklı yardımlaşma mantığına dayalı kurulan kooperatiflerden oluşmaktadırlar.

Şirketler kendi içinde şahıs şirketleri ve sermaye şirketleri olarak ayrışmaktadırlar. Şahıs şirketleri adi ortaklık, kolektif şirket ve komandit şirketten oluşurken; sermaye şirketleri sermayesi paylara bölünmüş komandit şirket, limited şirket ve anonim şirketten oluşmaktadırlar. Adi ortaklık haricinde, tüm şirketlerin tüzel kişiliği bulunmaktadır.

İnsanın hayal gücünün bir sonucu olarak husule gelen tüzel kişilerle hayatımızın hemen hemen her alanında temas etmekteyiz. Devletimiz, şirketler, dernekler, vakıflar, meslek kuruluşları, sendikalar gibi tüzel kişiler bunlara örnek olarak verilebilir.

Tüzel kişiler insanlardan ayrı bir varlık olarak kabul edilmektedirler. Hatta bazı tüzel kişiliklerin, sanki kendisini meydana getiren insanlar ile hiçbir alakası yokmuş gibi muamele görmesi sağlanmakta, o şekilde inanılmakta ve sorumluluk ayrıştırması ile hukuken de bu alakasızlık korunmaktadır.  Millet olmadan devlet, ortak olmadan şirket, işçi olmadan sendikaların varlığı ne anlam ifade eder ki? Devleti millet besler ve devlet milletle vardır; şirketi ortak batırır; sendikayı işçi kalkındırır. Oysa insan, hayali bir varlığın cismaniyetini sorgulamayı bir süre sonra bırakır….

Yukarıda da söylediğimiz gibi, sermaye şirketlerinin de kendi tüzel kişilikleri bulunmaktadır. Sahip olduğu bu tüzel kişilik sayesinde de, yasal temsilcileri aracılığıyla haklara ve borçlara sahip olmakta, ticari ilişkilerin tarafı olabilmekte, menfaat sağlamak ve yükümlülük altına girebilmek gibi hukuk aleminde sonuç doğuran pek çok işlemi yapabilmektedirler.

Şahıs şirketlerinin de kendi tüzel kişiliği bulunmakta birlikte ortaklar tüm malvarlıkları ile borçlardan her zaman sorumludurlar. Şahıs şirketlerinde borç durumunda, önce şirket tüzel kişiliğine gidilmekte, borç malvarlığından tahsil edilemezse ortakların sorumluluğuna gidilmektedir. Oysa sermaye şirketlerinde, şirketin yönetiminden ve borçlarından ortakların sorumluluğu bulunmamakta, borçlardan şirket tüm malvarlığı ile sorumlu bulunmaktadır. Ortaklar ancak ya icrai organda (yönetim kurulu, müdürler kurulu) yer alıp kusur işler ve zarar meydana gelirse ya da kuruluşta yer almak ve kuruluş işlemlerinde birtakım hukuka aykırılıkların bulunması sebebiyle bir zarar meydana gelirse alacaklılara, kamuya ve şirkete karşı sorumlu tutulabilmektedirler. Sermaye şirketlerinde ortakların tek borcu, şirkete koymayı taahhüt ettiği sermaye payını ödemesidir. Ortağın, bunun haricinde maddi değer içeren herhangi bir sorumluluğu bulunmamaktadır. Buna da tek borç ilkesi denmektedir. Bu ilkenin istisnaları bulunmakla birlikte, dişe dokunur şeyler olmadıkları için burada bunlara değinmeyeceğiz.

Yeri gelmişken, ticari hayatı hukuken çevreleyen unsurlardan kısaca bahsetmek faydalı olacaktır. Günümüz ticari hayatının unsurları (tacir, ortaklık, işletme, sermaye, para, ayın, sorumluluk hukuku vs.) güçlü ve karmaşık haldeki farklı hukuki bağlar üzerinde hayat bulmaktadırlar. Birden çok ortaklık yapısı, farklı sermaye türleri, paranın tanımı üzerinde süregelen tartışmalar, vergi hukuku ve ticaret hukuku arasındaki uygulama ve tanım farklılıkları, mali ve hukuki sorumluluğun sınırları gibi meseleler hakkındaki ahkamlar ve içtihatlar bu farklı hukuki bağlara örnek olarak gösterilebilirler. Çok sayıdaki mali ve hukuki hüküm içeren kanunlar, yönetmelikler, birbirinden farklı yargı içtihatları, doktrin, özelgeler vb. yazılı kaynaklar da bu karmaşıklığı beslemektedirler. Ayrıca BDDK, SPK, Hazine ve Maliye Bakanlığı, KGK, Ticaret Bakanlığı gibi yasal düzenleme yetkisine haiz kurumların varlığı da ticari hayattaki bağlayıcı kurallar bütününün özümsenmesini zorlaştırmaktadırlar. Bu çoklu yapının varlığı, başka bir yazısının konusunu oluşturacağı için burada buna daha fazla değinmeyeceğiz.

Vergi Usul Kanunu, Türk Medeni Kanunu, Türk Ticaret Kanunu, Borçlar Kanunu, 6183 sayılı Amme Alcaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun gibi kanunlar ise bu karmaşık ilişkinin tutunduğu temel gövdeyi oluşturmaktadırlar.

Bu parantezi kapattıktan sonra konumuza geri dönebiliriz. Sermaye şirketlerinin borçlarından ortakların sorumlu olmamasının bir istisnası vardır. O da iflas halindeki limited şirket ortaklarının kamu borçlarından sorumlu tutulmasıdır. Bu husus 6183 sayılı Kanun’da düzenlenmektedir. Burada aklımıza şu iki soru geliyor:

1-) Limited şirket ortakları iflas halinde kamu borcundan sorumlu iken anonim şirket ortakları neden değildir? Kanun düzenlenirken anonim şirketler unutuldu mu?

2-) İflas bayrağını çekmiş limited şirket ortakları amme borcundan sorumlu iken neden şirketin özel borçlarından sorumlu değildirler? Kamunun alacağını tahsil etmesi haktır da, tacirlerin hak değil midir?

Bu sorulara tabi ki de akıl ve vicdanın kabul edebileceği cevaplar bulamazsınız.

Genelde ortakların borçlardan sorumlu olmaması hususunu savunanlar, her tacirin basiretli bir iş adamı gibi hareket etmesi gerektiğini; tacirlerin sermaye şirketleri ile olan ticari ilişkilerinde fayda-maliyet analizi yapmaları gerektiğini; şirketlerin inceleme ve denetimlerden geçtiğini; sorunun kanunlarda değil basiretsiz tacirlerde olduğunu söylemektedirler. Dolandırıcılığın bin bir yolunun keşfedildiği; basiretli iş adamlarının bile yarın ne olacağını kestiremediği dinamik bir ticari hayatın olduğu; kendisini denetleyen denetçiyi şirketin kendisinin seçmesine müsaade edilen bir hukuk düzeninin var olduğu bir dünyada sorumsuzluğu savunanların bu lafları sadece komik ve samimiyetsiz durmaktadır. Bazıları da ticari hayatın devam etmesi ve insanları ticarete teşvik etmek için bunun yapıldığını söylemektedirler. Bizce de asıl ticari hayatı mahveden bu borçtan sorumsuzluk ilkesidir.

Düşünün ki, şirket alacağı tahsil edip kara çevirmekte ve ortaklara dağıtmaktayken, borç konusunda ortağın cebinden bir şey çıkmamaktadır. Ya da halka açık şirket hissesini alan ortak hem genel kurul kararıyla kar dağıtımından faydalanmakta hem de kağıtlarının piyasa değeri yükseldiğinde onları satıp kar edebilmektedir. Oysa şirketin borçları hususunda herhangi bir rizikoya katlanmamaktadır. Bu başıboşlukta, iflasın eşiğindeki onlarca firma halka arz edilmekte ve bu tuhaflığa milyonlarca insan ortak edilmektedir.

Bir başka tamamen sermayedar lehine düzenlenen husus ise bir kişi ile sermaye şirketi kurulması saçmalığıdır. Düşünün ev, arsa, hisse senedi, araba, değerli maden, mevduat vs. 100 milyon lira paranız var ve ticaret yapmak istiyorsunuz. Ama tüm varlığınızı tehlikeye atmak istemiyorsunuz. 100 milyonluk varlığınızın 5 milyonunu sermaye olarak koyarak tek başınıza anonim şirket kurabilir, buradan ettiğiniz karları banka hesabınıza atabilir, piyasada 10 milyon lira borç yaparak şirketi batırabilir ve malvarlığından karşılanamayan şirket borçlarınızı ödemeyebilirsiniz. Evet kanun buna müsaade etmektedir.

Sermaye şirketlerinde ortakların borçlardan sorumlu olmaması hakkındaki düzenlemeler tamamen sermaye lehine sonuç doğurmakta ve ticari hayatın düzenini bozmaktadırlar.

Ticaret Bakanlığı verilerine göre, toplamda 1.467.789 adet limited ve anonim şirketin olduğu, CRIF izleme servisi analizine göre ise, 2023 yılında her üç dakikada yeni bir şirket kurulan, her 15 saatte bir konkordato ilan edilen ve her 25 saatte bir şirketin iflas ettiği bir ticari hayatın varlığında, tacirlerin alacaklarını garanti altına almak, başıboşluğu önlemek, daha tedbirli ve dürüst tacirler yetiştirebilmek, iflasların diğer iflasları tetiklemesini önlemek için sermaye şirketi ortaklarının da borçtan sorumlu tutulmaları gerektiğini düşünmekteyiz.

Görüşmek Dileğiyle...

M. Osman BATUR

           

0 YORUMLAR

    Bu KONUYA henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu sen yaz...
YORUM YAZ