İktisat ve Maliye Kitaplarının Yeniden Yazılma İhtiyacı

İktisat ve Maliye Kitaplarının Yeniden Yazılma İhtiyacı

Bundan 40 yıl önceki iktisat ve maliye kitaplarına bir bakın, sonra açıp 2017 yılında yazılmış iktisat ve maliye kitaplarına. Aradan geçen onca zamana rağmen hemen hemen her şeyin aynı olduğunu görürsünüz. Geçen onca zamanda küreselleşme hız kazanmış, mal, hizmet ve işgünün mobilitesi artmış olmasına rağmen iktisat ve maliye kitapları nedense hep aynı kalmış. İşin ilginç yanı ise ülkemizde yaklaşık 200 üniversite bulunmasına ve 130.000’e yakın öğretim üyesi olmasına rağmen hiçbir bilim adamımız bu teorilere alternatif yeni bir teori ortaya çıkaramamış. Bu durum sadece ülkemizde değil hemen hemen tüm İslam ülkelerinde ve batının hegomonyasını kabul etmiş olan tüm ülkelerde de aynıdır.

İktisada giriş kitaplarının başında iktisat biliminin ne olduğuna ilişkin tanım yapılırken iktisat hep; “sınırlı kaynaklarla sınırsız ihtiyaçların karşılanması bilimi” diye tarif edilir. Hipotezler ceteris paribus, yani diğer tüm değişkenlerin sabit kalması durumunda yapılır. Paranın alternatif maliyeti faiz olarak kabul edildiğinden kimse neden mal veya hizmet değil de faiz diye sorgulama ihtiyacı duymaz. İktisadı matematiksel bir işlem gibi görme hastalığı tüm bedeni sardığından, esasen Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü ile mutlak manada sıkı ilişki içerisinde olması gerekirken, iktisat bilimi soyut, sırf faizin baz alındığı  IS-LM eğrilerinin sağa sola kaymasıyla oluşan bir bilim dalı haline getirilmiş durumdadır. Özellikle 1980’li yıllardan sonra yurtdışına binlerce öğrenci gönderdiğimiz halde, bunlardan da istenilen fayda sağlanamamıştır. Ben şahsen özellikle yurtdışına giden öğrenci ve öğretim elemanlarından alternatif bir bakış açısı kazanıp artı değer üretmesini beklerdim. Ancak maalesef yurtdışında eğitim görenlerin çoğu kendi kariyerine çalışmış, mevcut düzeni sorgulamayan, mevcut iktisat kitaplarında olduğu gibi çeviri mantığı üzerinden, kurulu batı düzenini Türkiye’ye kanıksatmaktan öteye bir işe yaramamışlardır.

Maliye kitaplarında da nispi olarak iktisat kitaplarına göre daha az olsa da benzer bir manzara vardır. Bundan 40 yıl önceki maliye kitabı ile bugünkü kitap arasında kitapların yeni kağıtlara basılması dışında hemen hemen hiçbir fark bulunmamaktadır. Hala dolaylı vergilerin adil olmadığı, bu nedenle dolaylı vergilerin ağırlıklı olarak gelişmekte olan ülkelerde vergilerin büyük çoğunluğunu teşkil ettiği anlatılır. Aynen iktisatta olduğu gibi kamu maliyesi bölümü de siyaset biliminden, sosyolojiden, uluslararası ilişkilerden kopmuş sadece maliye politikası alanına sınırlanmış dar bir bilim alanı olmuştur. Oysaki 1980’li yıllarda hızlanan ve neredeyse zirvesini gördüğü kabul edilen küreselleşmeyle birlikte bugün iktisat ve maliye kitapları toplumumuzun ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kalmaktadır.

İktisadın veya modern deyimiyle ekonominin yeniden yazılma ihtiyacı, özellikle şu an uzatmaları oynanan 2008 küresel krizden bu yana, giderek artmaktadır. Çünkü kapitalizm tıkanmıştır ve yeni ve alternatif yol bulunmadığı takdirde son yüzyıllık deneyimlere bakıldığında kapitalizm tıkanıklığını hep büyük savaşlarla açmıştır. 1905’li yıllarda sanayi ve hammadde alanındaki rekabet sonucu tıkanan sistem 1914’te I. Dünya Savaşına sebep olmuş, 1929 büyük buhranını yaşadıktan sonra ise 1939’da II. Dünya Savaşı çıkmış ve kapitalizm yıkılan yerlerin tekrar restore edilmesi gerekçesiyle yeniden hayat bulmuştur. Bu durum esasen kapitalizmin bilerek ve isteyerek yanlış olarak yazmış olduğu iktisat anlayışının sonucudur.

Neden peki? Çünkü Ekonomi Bilimini sınırlı kaynaklarla sınırsız ihtiyaçların karşılama sanatı olarak tarif edip, sürekli ihtiyaç olmayan şeyleri dahi ihtiyaçmış gibi gösteren bir ekonomi anlayışı, insanları doyumsuz hale getirmekte, sonuçta hipotezlerde öngörülen, ceteris paribus,  yani diğer tüm değişkenler de sabit kalmadığından, insanlık belli sürelerle hep krizlerle boğuşmak zorunda bırakmaktadır. Eğer Keynes gibi veya 1970’li yıllarda ortaya çıkan parasalcılar gibi yeni alternetiflerle çıkış yolu bulunmadığı takdirde sonuç hep küresel bir yıkım olarak ortaya çıkacaktır.

Bu nedenle işe iktisat biliminin yanlış tarifinden başlamak gerekiyor. Çünkü esasen insanın ihtiyaçları sınırsız değildir. Bir insan için en temel ihtiyaçlar, yaşama güvencesi, yemek, su, neslinin devamı ve bunları temin edebileceği bir geçim kaynağının olmasıdır. Sınırsız olan şey ise insanın ARZULARIDIR. İnsan Nefs taşıyan bir varlık olduğundan, terbiye edilmeyen ve tam tersine sürekli zayıf noktaları tahrik edilerek doyumsuz hale getirilen bir varlığın, dünyanın tamamını elde etse dahi bir dünya daha isteyecek bir doyumsuzlukta yaşamasının sıkıntısını çekiyor bugün insanoğlu. O zaman iktisat biliminin öncelikle bu tanımdan vazgeçmesi gerekmektedir. Topluma şunu kabul ettirmek zorundayız. İhtiyaçlarda sınırsız değildir. O zaman iktisadın tanımı sınırlı ihtiyaçların sınırlı kaynaklarla optimum düzeyde karşılanma bilimidir. Ayrıca, kanaatin bir lokma bir hırka olmadığı insanın elinden geleni yaptıktan sonra Allah’ın takdirine rıza göstermesi olduğu iyi anlatılmalı ve insanlık kanaat ekonomisine geçmelidir. Zaten insanoğlu bugün olmasa bile gelecekte zorunlu olarak kanaat ekonomisine geçmek durumunda kalacaktır. Çünkü bugün itibari ile yeraltı ve yerüstü kaynakların hemen hemen birçoğunu talan edilmiş olduğundan, gelecekte temel ihtiyaçların bile karşılanmasında zorluk çekilecek ve insanlık mecburi olarak kanaat ekonomisine geçecektir.

İkinci olarak iktisatta esasen değiştirilmesi gereken kavramlardan biri de paranın alternatif maliyetinin FAİZ olduğu varsayımıdır. Bugün 1,7 milyar nüfusa ulaşmış olan İslam coğrafyasında dahi FAİZ herhangi bir itiraz geliştirilmeksizin aynen olduğu gibi kabul ediliyorsa Müslümanlar olarak bizlerin imanımızı tekrar sorgulamamız gerekmektedir. Bir Müslüman banka kredileri artıyor, ekonomi canlanıyor diye seviniyorsa Kur’an ve sünnette faiz hakkındaki hükümlere bakıp imanını tekrar bir kontrol etse iyi olur. Kolaycılığa sığınıp alimlerden fetva aramak yerine bu faiz illetine alternatif bir teori üretmek herkese olmasa bile özellikle inançlı Müslüman ilim adamlarına bir mükellefiyettir. Katılım bankalarında olduğu gibi bankacılık sisteminin bir nevi hileyi şeriyesi olan sistemden, gerçekten toplumun tüm kesimlerini kapsayacak bir iktisat teorisi geliştirmek zorundayız. Üniversitelerdeki hocalarımızın özellikle bu konudaki mesuliyeti büyük olup mevcut sisteme alternatif üretmemenin sorumluluğunu bizzat üzerlerinde taşımaktadırlar. Bugün sayısı 130.000’e yaklaşan ve iktisat alanında da sayıları binlerle ifade edilen öğretim üyeleri eğer gerçekten bilim adamı iseler papağan gibi ekonomi kitaplarının çevirilerini anlatıp, birkaç istatistiki program üzerinden kendilerinin dışında kimsenin anlamadığı ve neye yaradığı da bilinmeyen analizler yerine toplumumuzun gerçek yapısına uygun yerli ve milli bir iktisat teorisi geliştirmek durumundadırlar. Bunu yaparken biz kapitalist düzenin tüm varsayımlarını atıp sıfırdan bir teori yazmaktan bahsetmiyoruz. Kapitalizmin kurduğu sistem içinde dini ve milli değerlerimize uyanları alıp uymayanların yerine bilimsel ve ayağı yere basan alternatif teoriler geliştirmek bizim kastımız.

Yukarıda da belirtiğimiz gibi iktisatta teoriler hep, ceteris paribus, yani diğer herşeyin sabit kaldığı varsayımı altında yapılır. Belki bu nedenledir ki bugün iktisat bilimi sosyoloji, siyaset ve uluslararası ilişkilerden bağımsız sade matematiksel hesaplamalara dayalı ruhsuz bir bilim haline gelmiştir. Oysa insan sosyal bir varlıktır. Gerek ailesi, gerek içinde yaşadığı toplum ve gerekse de küreselleşmenin de etkisiyle dünyanın en ücra noktasındaki insanlarla bile sürekli etkileşim halindedir. O zaman neden iktisat kitapları sadece faizin içinde ve IS-LM eğrileri arasında sıkıştırılıp kalınıyor ki? Diğer bilim dalları bir yana ancak ben kesinlikle iktisat biliminin dalının inter-disipliner bir hal alıp SİYASET BİLİMİ ve İKTİSAT, ULUSLARARASI İLİŞKİLER ve İKTİSAT ve hatta SOSYOLOJİ ve İKTİSAT olarak yeniden dizayn edilmesi gerektiğine inanmaktayım. Bu şekilde dizayn edilecek bir iktisat bilimi toplumun genel karakterini bileceğinden insanlığa daha faydalı, sağlıklı ve gerçeklerle örtüşen teoriler geliştirebilecektir. Bilim adamlarımızın iktisadın bugünkü anlamda sadece IS-LM eğrileri, faiz ve borsadan oluşmadığını insanlığa anlatması ve bugünkü mevcut düzende özellikle Yahudi güdümlü sermayenin beklentileri manipüle ederek ekonomiyi alt üst etmesinin önüne geçmeleri gerekmektedir.

Aynı şekilde maliye bilimi de iktisat gibi yukarıda yer alan bilim alanları ile tekrar harmanlanarak yeniden düzenlenmelidir. Bugün insanlık ikinci bir sanayi devrimi yaşamaktadır. 1990 yıllarda başlayan ve 2000’li yıllarda doruk noktasına ulaşan teknolojik devrimlerle birlikte her geçen gün insan gücüne olan ihtiyaç azalmaktadır. Hemen her alanda teknolojik innovasyonlarla birlikte eskiden onlarca kişi ile anca yapılabilen işler hiç kimseye ihtiyaç duymadan dahi yapılabilmektedir. Zaten günümüzde yaşanan ekonomik krizin bir sebebi faiz sistemi ise diğer sebep de teknolojik gelişmeyle birlikte azalan işgücü talebidir. O zaman maliye kitaplarında yazan dolaysız vergiler adaletsizdir, bu nedenle de dolaylı vergilere ağırlık verilmelidir şeklinde yıllardır değişmeden söylenen slogan, bir realite olsa dahi fiili hayatta bir karşılığı yoktur. Bugün tam tersine dolaysız vergileri olabildiğine azaltıp istihdama olabildiğince teşvik verilmesi, devletlerin gelir ihtiyacının ise olabildiğince dolaylı vergilerle karşılanması gerektiği gerçeği toplumsal hayatta kendisini her geçen gün daha fazla hissettirmektedir. Bu kapsamda Sayın Cumhurbaşkanı’nın talimatı ile başlayan ve 2017 yılında istihdamın üzerindeki yüklerin kaldırılması şeklinde sağlanan teşviklerin yerinde olduğunu belirtmek isterim. Ancak, alınacak tedbirlerin sadece bunlarla sınırlı kalmaması, yukarıda da belirttiği kanaat ekonomisi (ki bunu ilerleyen yazılarımda kadın istihdamına ilişkin yazımda daha da somutlaştırmaya çalışacağım) ile birlikte değerlendirerek istihdam üzerindeki vergi ve mali yüklerin olabildiğince azaltılarak devam ettirilmesi gerekmektedir.

Kısacası dünya bugün ekonomik olarak tıkanmıştır ve 2008’de başlayan küresel ekonomik kriz palyatif tedbirlerle uzatmaları oynamaktadır.  Son 100 yıl bize ekonomik krizler ardından 10 yıl içinde büyük savaşların ortaya çıktığını göstermektedir. Gerek ülkemiz gerekse de batı ekonomisi faize alternatif bir iktisat ve maliye teorisi geliştiremediğinden buzun üzerinde duran bir ev gibidir. Birgün havalar ısındığında evimizin yıkılmaması için evimizin temelini içinde faiz olmayan, sosyal, siyasal ve uluslararası ilişkileri de göz önüne alan, inter-disipliner bir şekilde üniversitelerimizin tekrar düzenlenmesi gerekmektedir. Bu şekilde yapılacak bir düzenlemeden sonra alternatif ve ayağı yere basan teoriler geliştirmesi bugün için sadece ülkemiz için değil tüm insanlık için gerekli ve hatta zorunludur. Bu zorunluluk FAİZ’in Kur’an ve Sünnet ile haram kılındığı İslam beldelerinde çalışan ve Müslümanım diyen ilim adamları için aynı zamanda mesuliyettir. Çünkü biz yaptıklarımız yanında yapmadıklarımızdan da hesaba çekileceğiz.
 

Saygılarımla.
Ömer DEMİRDAŞ

fikiranalizim@gmail.com

Bu yazı 16.12.2017 tarihinde www.fikiranaliz.com sitesinde yayınlanmış olup, söz konusu sitenin yer sağlayıcısında yaşanan sorunlar nedeniyle kapanması üzerine yeniden bu sitede yayınlanmıştır.

0 YORUMLAR

    Bu KONUYA henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu sen yaz...
YORUM YAZ