Ev Kadınları Yetim mi?

Ev Kadınları Yetim mi?

8 Mart Dünya kadınlar günü. Batı dünyasının emek sömürüsüne karşı olarak çıkan kadınların isyanı nedeniyle çıkan bugünde siyasetçisinden yazarına, bekârından evlisine, dindarından dinsizine hemen herkes bugün dolayısıyla ya bir şeyler söyledi veya sosyal medyada paylaştı. Ancak hiç düşündünüz mü neden batıdan doğan hemen her “özel gün” bizim memleketimizde sanki milli bir değermiş gibi kutlanıyor? Anneler günü, babalar günü, sevgililer günü, dünya kadınlar günü vs vs. hemen hepsi bir şekilde hayatımıza girdi ve içselleştirdik. Sanki milli birer bayramımız oldu. Devletin en tepesinden en aşağıda bulunan kişilere kadar herkes bu günlerde bir şekilde açıklama yapma ihtiyacı hissetmekte. Bu durum Peygamber Efendimizin (S.A.V);

“Sizler karış karış, arşın arşın sizden öncekilerin yolunu izleyeceksiniz/onların inançları ve yaşayışlarını ölçü edineceksiniz. İnsanın giremeyeceği küçük bir keler / kertenkele deliğine girecek olsalar, siz de onları takip edeceksiniz.” Hadisinin mucizevi bir şekilde apaçık gerçekleştiğini göstermektedir. Diğer bir açıdan bakılırsa Hadisi şerifte belirtilen hususların gerçekleşmesi Peygamber Efendimizin (SAV) hak Peygamber olduğunu, bu dinin hak din olduğunu bir kez daha kanıtlamaktadır. Ancak bu durum bizlerin düştüğü acınılacak hali  ve gelişen bu olaylar karşısındaki mesuliyetimizin olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.

Peki neden batıda ortaya çıkan her yeni şey doğru veya yanlış olup olmadığına bakılmaksızın hemen Müslümanlar tarafından dahi benimsenip kutsanmaktadır. Bunda kutsal tanımayan, organize Yahudi-pagan akıl tarafından idare edilen, dini günlerde dahi haram bile olsa ürünlerini satmaya çalışan kapitalist ekonomik düzenin ve popüler kültürün etkisi çok büyüktür. Düşünsenize Ramazan ve kurban bayramlarında bankalar tarafından sunulan ve sözüm ona “muhafazakâr" televizyon ve yayın organlarında dahi saat başı reklamı verilen geleneksel bayram kredilerimiz var. İnsanlar Ramazanı şerifin manevi atmosferinden daha çıkmadan televizyon ve internet başta olmak üzere tüm medya organlarında bu reklamları görür olduk. Sadece görmekle kalmadık kanıksadık da maalesef. Adamlar utanmasalar yakında faizle kredi vererek insanları hacca götürüp kurbanda kestirebilirler. Çünkü hemen her günü kendi menfaatleri doğrultusunda değerlendirip insanlığı ifsat etmek için bir fırsat olarak görmekteler. Bu düştüğümüz durum inandığı gibi yaşamayıp yaşadığımız gibi inanmanın acı bir sonucudur.

Hiç düşünüz mü bu kutladığımız günler bizim dinimize, örf ve âdetimize ne kadar uygun diye? Güya kadınlarımızın hakkını savunma adına yapılan düzenlemelerin toplumumuzu düşürdüğü duruma hiç baktınız mı? İstanbul sözleşmesinden, sürekli nafaka zulmüne, 6284 sayılı kadına şiddeti önleme kanunundan, toplumsal cinsiyet projelerinin asıl amacını ve de nihai hedefini hiç merak edip araştırdınız mı? Hadi bunlara üşendiniz ve yapamadınız da sürekli nafaka ve kadına şiddet kanunu nedeniyle mağdur olan milyonlarca erkek ve çocuğu da mı görmediniz? Kadını özgürleştirme adına erkeğin köleleştirildiği bir toplum haline geldik. Her geçen gün ülkemizde boşanma oranları artarken evlilik oranları düşüyor. Evlenme yaşı yükseldikçe yükseliyor, çocuk sayısı düşüyor ve sözüm ona bu konuda verilen teşvikler hiçbir işe yaramıyor. Sözüm ona kadına şiddeti engelleme ve kadına güçlendirme adına yapılan bu düzenlemelerle kadına olan şiddet azalmadığı gibi, erkekler modern bir köle haline getirildi. Hiçbir hukuk düzeninde olmayan kadının beyanını esas alınıp erkeklerin suçlanması, evden uzaklaştırılması ve hapse atılması ülkemizde artık sıradan bir hal aldı. Geldiğimiz şu noktada özellikle muhafazakâr geçinen ve sözüm ona kadınların haklarını savunduğunu iddia eden derneklerin mesuliyeti çok büyüktür maalesef.

Bunların  yanında kadını özgürleştirme adına onları sokağa salarak, gerekmediği halde erkeğin yaptığı her işi kadın da yapabilir diye fıtratlarına uygun olmasa dahi her türlü iş kolunu eşitlik adına kadına açarak hem erkekleri işsiz hem de kadınları eşsiz bıraktık. Bir kadın için en büyük mutluluk anne olmak ve mutlu bir yuva içinde çocuklarını büyütmek olduğu halde, ev kadınlığını sanki asalaklık gibi gösterdik. Sanki hiçbir iş yapmıyor ve topluma bir katkısı olmuyor gibi lanse ettik. Çıkarılan her teşvik ev kadınlığı yerine çalışan kadınların lehine oldu. Düşünsenize çalışan kadınlara çocuk yardımı AB projesi kapsamında 100 Euro para dahi veriyoruz.

Ancak kocasının getirdiği ekmeği onunla bölüşen, aza kanaat eden kadınlara hiçbir teşvik düşünmüyoruz bile. Devlet memurlarına eş yardımı diye ödenen tutar ise (aslında bu çalışmayan kadın için falan da değil, erkek de çalışmıyorsa onun içinde ödenir) 351 TL gibi çok komik bir rakamdır. Çocuk yardımı ise tam bir garabet olup 0-6 yaş için 76 TL, 6 yaştan büyükler için ise 38 TL’dir. Yani bebeklerin 1 haftalık bez parası bile etmeyen bu yardım tutarı, trajikomik bir biçimde çocukların okul çağına geldiği, masraflarının arttığı bir dönemde yarı yarıya düşürülmektedir. Rakamın komikliğinin yanında uygulamanın çarpıklığı hemen herkesi rahatsız etmektedir. Oysaki olması gereken şey eşi çalışmayan memurlara zam oranında pozitif ayrımcılık yapmak ve çocuk yardımı miktarını da makul bir tutara çekip yaş ilerledikçe artırmak veya en azından düşürmemektir. 

Bunların yanında sanki işsizlik rakamlarını indirmiş, işsiz vatandaşlarımıza iş bulmuş gibi çalışmayan kadınları iş hayatına katmaya, zaten zor olan iş olanaklarını erkekler başta olmak üzere özellikle gençlerimize daha da zorlaştırmaktayız. Kadınların iş hayatına katılım oranını sanki bir marifetmiş gibi her sene açıklamaya devam ediyoruz. Ancak düşünmediğimiz bir husus var. Bugün itibari ile ülkemizin nüfus artış hızı yıllık yaklaşık 1.000.000 kişidir. Doğan çocukların % 50,01 erkek, % 49,99’u da kızdır. Eğer herkesi iş hayatına katmak isterseniz her yıl en az 1.000.000 kişiye iş bulmak zorundasınız demektir. Diğer bir ifade ile 3,5 milyonu aşan işsizliği sabit tutmak için bile her yıl en az 1.000.000 kişiye iş bulmak zorunda kalırsınız.  Bu ise hiçbir ekonominin ilanihaye yapabileceği bir husus değildir. Ekonomik realiteye uymamaktadır.

Bize en çok ağır gelen husus yukarıda saydığımız bütün bu olumsuz gelişmelerin neredeyse tamamının muhafazakâr bildiğimiz ve bunca hatasına rağmen devletin bekası adına kurulduğu günden beri oy verdiğimiz bir parti tarafından hayata geçirilmiş olmasıdır. İşin daha acı tarafı ise İstanbul Sözleşmesi, 6284 sayılı kanun ve sürekli nafaka gibi toplumu ifsat eden düzenlemeler başta olmak üzere, yapılan yanlış işlerin hala kadın kolları başta olmak üzere bu partiyi etkisi altına almış olan kişi ve dernekler tarafından bilinçsizce savunulmasıdır. Gezi olaylarında Cumhurbaşkanımıza tehdştler savuranlara gösterilemeyen cesaretin dindar insanlara karşı gösterilmesi ve sırf hatasını söyledi diye müslümanların mahkemelere verilmesidir. 

Biz kadınlar tamamen çalışmasın, gitsin evde otursun ve sadece çocuk baksın demiyoruz. Demek istediğimiz şey şu: ev kadınlarını ve ev kadınlığını kötü göstermeyi bırakalım artık. Bir ev kadınının para ile ölçülemeyen ev işlerini, çocuğun anne sevgisiyle büyümesi gibi maddi hiçbir bedelle ölçülemeyecek katkılarını toplumumuza gösterelim. Eğer ki kadınları illa çalıştırmak istiyorsanız onlara uygun bir çalışma ortamı hazırlamak, aileyi öncelemek ve “family first” yani “önce aile uygulamasını başlatmak zorundayız. Bazı mesleklerde zaten kadınların çalıştırılması olmazsa olmaz bir zorunluluktur. Örneğin kız çocuklarımızın eğitimi için kadın öğretmen ihtiyacı gereklidir. Kadınları tedavisi için özellikle belli branşlarda kadın doktor ve hemşire olmazsa olmaz bir ihtiyaçtır. Kadın polis, akademisyen vb mesleklerde de kadınların bulunması bizce şarttır. Bu örnekler daha da artırılabilir.

Ancak kadınları yetiştirirken ve istihdam ederken bile aileyi öncelememiz, fıtrata uygun bir çalışma ortamı hazırlamamız ve dini ve milli hassasiyetlerimizi gözetmemiz gerekmektedir. Bu konuda kadınlarımızı daha ortaokuldan itibaren isteğe bağlı olarak da olsa kız okulları açarak oralarda istihdam etmemiz, Japonya ve ABD’de (Japonya’da 80 ABD’de ise 36 kız üniversitesi bulunmaktadır) olduğu gibi kız üniversiteleri açarak oralarda rektöründen hizmetlisine kadar tüm çalışanların kadınlardan oluştuğu bir ortamı kadınlarımıza sunmamız çok gecikmiş bir ihtiyaçtır diye düşünmekteyiz. Sahi hatırlayanınız vardır belki, geçen yıl Cumhurbaşkanımız Japonya ziyareti sırasında kız üniversitelerini görmüş ve YÖK’e bu konuda talimat vermişti. Peki YÖK ne yaptı geçen bu sürede. biz söyleyelim; koca bir HİÇ. Kamu kurumlarında atamalardaki liyakatsizlikten olsa gerek hiç kimse başını ağrıtmamak için mevcut durumu değiştirecek bir proje geliştirip inisiyatif almamaktadır. kız üniversitesi talimatı da aynı şekilde zamana yayılarak unutturuldu maalesef.

Açık söyleyeyim kadın ve erkek eşitliğine inanmıyorum. Bu cümlenin aynısını yıllar önce Sayın Cumhurbaşkanımız da ifade etmişti. Bir kere ne yaratılışları, ne fiziksel, ne duygusal bakışları birbirinden farklı olan iki canlı nasıl tam manasıyla eşit kabul edilebilir. Eşitlik garabeti çerçevesinde erkeklerin yaptığı her işi kadınlarda yapabilir diyerek her meslekte kadınların olmasını zorlamak, hem kadına hem de o işte çalışarak evine ekmek götürecek olan erkeklere haksızlıktır. Devletin bu konularda düzenleme yapması artık bir zorunluluktur. Eşitlik adına kadını maden işçisi yapmak, yılın 6 ayını ailesinden ve şehir dışında geçirmek zorunda olan denetim elemanlığında kadın istihdamını sanki zorunlu imiş gibi dayatmak, hem kadınları çok zor koşullar altına sokmaya hem de bir şekilde bu mesleklerdeki pasif görevlere kaçılması nedeniyle erkek çalışanlara haksızlığa neden olmaktadır. Kimse açıktan belki dile getiremiyor ama biz dile getirelim. Denetim elemanlarındaki kadın çalışanlar evlendikten ve özellikle çocukları olduktan sonra genellikle sabit görev talebinde bulunmaktadır. Bu ise onlar tarafından yapılması gereken yerinde denetim faaliyetlerinin ya aksamasına veya erkek çalışanlara daha fazla iş yükü binmesine neden olmaktadır. Kamuda açık ortamda söylenemese bile bu gerçeklik erkek çalışanlar tarafından çok fazla dile getirilerek eleştirilmektedir. Ancak maalesef yöneticilerin kahir ekseriyeti kamuoyu baskısından korktukları için, verim alınamayacağını bilmelerine rağmen, bu mesleklerde kadın istihdam etmeye devam etmektedirler. Yapılması gereken iş ise yukarıda da ifade ettiğimiz gibi başta öğretmenlik, doktorluk, hemşirelik, polislik olmak üzere kadın ihtiyacının olduğu ve bizzat kadınlar tarafından yapılması gerekli olan meslekleri tespit etmek ve kadınlara o alanlarda pozitif ayrımcılık yapmaktır. Yoksa eşitlik safsatasının arkasına sığınıp fıtrata uygun olmayan alanlarda kadınları zorla istihdam etmek değildir. 

Sonuç olarak gelişen teknoloji ve küreselleşen dünyada insan gücüne olan ihtiyaç her geçen gün düşerken siz akıntının tam tersine herkesi iş hayatına katmaya, kendi gönüllü olarak ev kadını olmak isteyenleri hakir görüp onları tahrik etmeye, güya kadın hakkını savunduğunu iddia eden feminist ve de batı kaynaklı odakların etkisinde kalarak aileyi yıkmaya devam ederseniz, çok değil 2 nesil sonra toplumu bitme noktasına getirip ekonomiyi de krize sokarsınız. Bu nedenle biz diyoruz ki eğer ki kadınlar için teşvik verilecekse bunun aileyi önceleyecek şekilde yapılması, ev kadınlığının hakir görülmemesi, aile yardımı miktarının artırılması ve böylelikle eşi çalışmayan erkeklerin ve de eşinin getirdiği ekmeği bölüşmeye, aza kanaat etmeye razı olmuş olan kadınlarımızın da teşvik edilmesi gerekir. Eğer ki kadına teşvik verilecekse ev kadınları da unutulmamalı, annelik ve ev hanımlığının kutsal olduğu eğitim çağından itibaren başta kadınlarımız olmak üzere toplumumuza öğretilmelidir.

Bunun yanında şu hususu da iyi düşünüp iyi analiz etmemiz gerekmektedir. Suriye'de milyonlarca kişi evsiz, işsiz ve eşini ve ailesini kaybetmiş olmasına rağmen onlara vereceği 3 kuruşu (ki bunu da hayrına değil göçü engellemek için vermektedir) bile vermeyen batı dünyası eğer ki sana kadın istihdamı için karşılıksız para veriyorsa bunu Allah rızası için vermiyordur. Bugün Doğu Akdeniz başta olmak üzere hemen her yerde karşımıza çıkan bu emperyalist ve sömürgeci devletler, eğer ki Akdeniz’deki bizim kıta sağanlığımızda olan petrol ve doğalgazı dahi bize yedirmemeye çalışıyorsa, iyi bilin ki vermiş olduğu karşılıksız yardım gibi gözüken paraların altında onların lehine bizim aleyhimize daha büyük ve toplumumuzu yıkıcı bir neden vardır. Aynı şekilde yapılan her hizmeti, Karadeniz de bulunan gazı dahi eleştiren, Cumhurbaşkanımızı devirmek adına terör örgütleri ile kol kola olanlarla işbirliği yapan parti ve kişiler size İstanbul Sözleşmesi, Kadın istihdamı, sürekli nafaka ve 6284 sayılı kanun hususlarında size koşulsuz destek veriyorsa içinde bulunduğunuz durumu yeniden değerlendirmede bir fayda vardır. Yazımıza Ebu Müslim El-Horasani'nin sözünü hatırlatarak son verelim. Abbasilerin güçlü olmamasına rağmen Emevilerin nasıl yıkıldığı sorulduğunda Ebu Müslim şu ibretlik cevabı verir:

“Onlar, şerrinden emin oldukları için, dostlarını kendilerinden uzak tuttular. Düşmanlarını da kazanmak için, kendilerine yakın tuttular! Düşmanları "dost" olmadı; Ancak uzak tuttukları dostları düşman oldu. Herkes düşman safında birleşince, yıkılmaları mukadder oldu!” Bizler devletimizin bekası, milletimizin selameti için yapılan bunca hataya, dışlanmamıza rağmen kardeşlerimizi asla yalnız bırakmadık ve inşallah bırakmayacağız. Ancak kardeş bildiklerimizin de kendilerine çeki düzen vermelerini, kendilerini gerçekten seven ve sahip çıkan, devletimizin bekası, milletimizin selameti dışında bir menfaat beklemeyen bizlerin feryatlarına kulan vermesini bekliyoruz. 

Rabbim bizlere yaşananlardan ibret almayı, dostumuzu ve düşmanımızı iyi bellemeyi nasip etsin. Unutmayalım ki yaşananlardan ibret almayanlar, yaşayarak başkalarına ibretlik olurlar.

Selam ve dua ile…

M. Hamza DEMİRALP e-mail: fikiranalizim@gmail.com

 

0 YORUMLAR

    Bu KONUYA henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu sen yaz...
YORUM YAZ