Dostu İncitmek 1

Arap baharından bu yana Ortadoğu, 17-25 Aralık 2013 yılından beri ise ülkemiz maalesef istenmeyen siyasi ve sosyal çalkantıların içinden geçmektedir. Arap baharı ile Yemen’den, Suriye’ye, Mısır’dan Libya’ya kadar bir çok İslam coğrafyası ateş altında kavrulmaktadır. Ülkemiz ise bir yandan daha düne kadar dini bir cemaat olarak bildiğimiz, hepimizin ya kendisinin ya bir tanıdığının doğrudan ya da dolaylı olarak ilişki kurduğu bir yapının kendi özel menfaatleri doğrultusunda devlet sistemine verdiği zararı ortadan kaldırmaya çalışırken, diğer yandan terör belasının çözüm sürecini istismar etmesi sonucu oluşan acı tabloyu tersine çevirmeye çabalamaktadır. Terör, Türkiye’nin yaklaşık 30 yıllık sorunu, ülkemize birçok maddi ve manevi zarar verdi ve hala da vermektedir. En çok zarar verdiği kesim ise maalesef haklarını savunduğunu iddia ettiği Kürt vatandaşlarımız. Ancak terör belasından çok daha önemli ve çok daha büyük tehlike belki 17-25 Aralık operasyonları olmasaydı kimsenin bu kadar farkına varamayacağı paralel devlet yapılanmasıdır.
Hizmet hareketi olarak bilinen ve dünyanın bildiğimiz kadarıyla 160 ülkesinde okulları bulunan bu yapıya 2010’lu yıllara kadar hemen herkes sempati ile bakıyordu. Özellikle 90’lı yıllarda devletin resmi olarak ulaşamadığı birçok noktada okullar açarak ülkemizin o ülkelerdeki temsilcisi olarak görev yaptığı zannıyla çoğu insan tarafından takdir ediliyordu. Ancak dünyanın 160 ülkesinde bulunan okulların ülkemize hizmet gayesiyle açıldığı zannedilirken 17-25 Aralık sonrası açıkça öğrendik ki cemaat için Türkiye dünya üzerindeki herhangi 160 ülkeden biri imiş.
Geçmişe baktığımızda görüyoruz ki cemaat yapısı esasen 28 Şubat sürecinde bozulmaya başlamıştır. Bu süreçte hizmet hareketi olarak bilinen bu hareket dışındaki tüm cemaat ve gruplar 28 Şubat sürecinin dayatmaları karşısından eziyet görürken, bu cemaat tam tersine atılım yapmıştır. Çünkü bunlar “tedbir” adına namazı terk etmek, baş örtüsünü çıkarmak, içki içmek, solcu ve ateist görünmek dahil her türlü takiyyeyi mubah gördüler. O dönem için kendilerini gizlemek için namazlarını gizli kılıyorlar, başlarını açıyorlar gibi düşünülse de özgürlüklerin hat safhaya ulaştığı 2002 yılından sonra da bu tavırlarından vazgeçmemişlerdir. Maalesef sonuçta ortaya dinini bilmeyen, ancak yaşadığını din zanneden garip bir güruh çıktı. Öyle ki gerektiğinde içki ve namazı terk gibi büyük günahlar dahil her türlü gizlenme yöntemini başarıya giden yolda her şey mubahtır anlayışı ile yapmaktalar. Bu hususta bizzat kendi gözlerimle gördüklerimi anlatsam yazımız bayağı uzar.
Cemaat yapılanması özellikle yargı ve emniyette kadrolaşmada sınır tanımadı. Ergenekon ve Balyoz operasyonlarında içeriden aldıkları bilgi ve destek açıkça göstermiştir ki Askeriyede de azımsanmayacak sayıda bu yapının elamanı bulunmaktadır. Bugün hemen hemen tüm kamu kurumlarında özellikle uzman ve müfettişlik gibi kariyer olan mesleklerde ortalama %30 civarında bunların elemanları bulunmaktadır. Kendini ülkemiz adına hizmet eden bir grup olarak lanse eden bu cemaatin devlet içinde gizliden gizliye kadrolaşması, kadrolaşırken kendisi dışındaki tüm dini cemaat ve grupları dışlaması, F. Gülen’e veya cemaate açıktan veya gizliden bir söz söyleyeni dahi gerektiğinde iftira ve kumpaslarla içeri attırması toplum içinde zaten bir huzursuzluk oluşturmaya başlamıştı.
Ancak hemen herkes cemaatin çok büyüdüğünü, bunları yapanların münferit kraldan çok kralcı olan insanlar olduğu, cemaatin başının bunlardan haberinin dahi olmadığı zaman içinde bunların da düzeleceğini düşünüyorduk. Ancak maalesef hepimiz yanılmışız. Bütün operasyonların tamamen bilinçli bir şekilde ve cemaat yapılanmasının başından sonuna kadar tüm kesiminin bilgisi dahilinde yapıldığı açıkça ortaya çıkmıştır. Şahsen ben 17-25 Aralık’tan sonra bu grubun mağdur ettiği, iftira attığı bazı kişilerin hikayelerini kendi kulaklarımla dinledim ki bunları yazmaya kalksam Hanefi AVCI’nın kitabı kadar olmasa da küçük çapta bir kitap yazabilirim.
Ancak, bunlardan biri var ki burada anlatmasam herhalde yazık olur. Bir gün şehir dışında yaptığım bir seyahatte kendisini bir ilçenin MHP eski ilçe başkanı olarak tanıtan bir şahıs ile karşılaştık. Bu şahısla 17-25 Aralık operasyonu yeni olduğundan ve yerel seçimler henüz yapılmadığından bu olaylar ve seçim hakkında konuşurken bize hiç unutamadığım şu olayı anlattı. Ben MHP ilçe başkanlığı yaptım ve MHP’liyim. Ancak ben cemaat yüzünden tam 3 kez hapse girdim ve sabahın köründe beni apar topar eşimin yanında yatak odamdan götürerek tutukladılar. Bunlar yüzünden tam 10 ay 28 gün içerde yattım. Ben imam hatip lisesi mezunuyum ve namazlarımı eksiksiz kılarım. Her gün sabah namazlarını Yasin-i Şerifle kıldırdım ve her gün de bunlara beddua ettim. Çünkü bunlar yüzünden haksız yere içeri atıldım ve hala davam devam ediyor. Tam 17 oyum var ve hepsini ikna ettim bu seçimde MHP’li olmama rağmen AK Partiye oy vereceğim. Çünkü Tayyip Erdoğan dışında kimse bunlarla başedemez.
Düşünebiliyor musunuz MHP gibi kemikleşmiş oya sahip olan bir partide ilçe başkanlığı yapmış olan bir şahıs yaşadığı mağduriyetten dolayı ikna edebildiği tüm kişilerle birlikte AK Partiye oy vermektedir. Bu durum ancak canı çok yanmış ve olayın büyüklüğünün farkına varılması durumunda yapılabilecek bir durumdur.
Önceden alnı secdeye değenden zarar gelmez diye düşünür mescitlerde namaz kılan birini görsek kim olduğuna bakmaz referans olur ve işe girmesi için yardımcı olmaya çalışırdık. Ancak cemaat yapısı insanlar arasındaki güveni o kadar sarstı ki şimdi eğer bir insanı 10 yıldır tanımıyorsam ve emin değilsem kesinlikle referans olmuyorum. Cemaatin ve 17-25 Aralık darbe girişiminin ülkemizdeki bana göre en büyük zararı insanlar arasındaki güveni bitirmesidir. Bukalemun gibi kılıktan kılığa girmeleri, senden gözüküp arkandan iş çevirmeleri ve tüm bunları dini bir cemaat görüntüsü altında yapmaları dolayısıyla dine ve dindar insanlara çok büyük zarar verdiler. Ülkeye verdiği onca zararın içerisinde bana göre cemaat yapılanmasının verdiği en büyük zarar insanlar arasındaki güveni sıfırlamasıdır. Bugün artık herkes birbirinden şüphelenmekte, acaba bu da kripto cemaatçi mi yoksa neci diye kendisini güvende hissetmemektedir. Kendilerine olan güveni öyle kaybettiler ki bugün biz tövbe ettik deseler, acaba yine mi takiyye yapıyorlar diye şüphelenilmektedir.
Ancak ne gariptir ki hala bu cemaate bağlı olanlar kendilerine haksızlık yapıldığını, devletin malının çalındığı, kendilerine yapılan zulme karşı sessiz kalanların dilsiz şeytan olduğunu söyleyerek başta siyasiler olmak üzere ülkemize ve insanlarımıza beddua edebilmektedirler. 28 Şubat sürecinde başörtüsüne özgürlük diye imza ve gösteri yapılırken bırakın gösterilere katılmayı imza vermekten korkanlar, banka ve şirketlerine el konulacağı zaman gelip başörtüsü ile gösteri yapma cesaretini gösterebilmişlerdir. Şahsen bunlarda bu kadar cesaret olduğunu görünce şaşırmadım desem yalan olur. 2001 krizinde 21 banka batarken ve milyarlarca dolar para çalınırken sessiz kalanlar, dindarlara eziyet edilirken susmak biryana darbecilerle birlikte hareket etmekte bir beis görmeyenler, muhafazakar bir hükümet zamanında özgürlüklerin alabildiğine genişlediği, Cumhuriyet döneminin en büyük atılımlarının yapıldığı bu dönemde, yapılan bunca hizmeti görmezden gelip sanki hiç hizmet edilmiyor da tüm paralar hortumlanıyormuş gibi ortalığı velveleye vermekten çekinmemektedirler. Bugün hala cemaat yapılanması içinde olanların bir kısmı ise utanmadan, sıkılmadan ve de Allah’tan korkmadan kendilerini korumak adına kendilerinden olmayanları cemaatçi diye iftiralar atarak mağdur edebilmektedir.
17-25 Aralık operasyonundan önce tabandaki samimi bir şekilde hizmet edenler belki masum ve mazur görülebilir. Ancak bu tarihten sonra bunca anlatılanların hepsini yalan sayıp hala cemaate sözüm ona hizmet edenlerin masumiyeti kalmamıştır. Onlarda eğer gerçeği görüp desteklerini çekmezlerse yapılan bütün haksızlıklardan ve günahlardan dolayı vebal altındadırlar. Aslında gerek cemaat ehli gerekse de diğer kardeşlerimizin ölçü olarak alması gereken tek şeyin Kur’an ve Sünnet olduğunu görmesi eğer yapılan işlerin bunlara uymaması durumunda oradan ayrılması gerekmektedir. Ancak mevcut duruma baktığımızda cemaat yapısı kısa vadede dağılacak gibi durmamaktadır. Aksine birbirlerine daha da bir kilitlenmiş olarak organize bir şekilde hareket etmeye devam etmektedirler.
Dostu İncitmek
İbni Haldun 1.000 yıl önce organize olmuş olan azınlık organize olmamış çoğunluğa hükmeder demiş. Gerçekten de bu gerçeği aynel yakin olarak yaşamıyor muyuz? Bugün dünyada Yahudi nüfusu belki 30 milyon bile değilken, en organize olan azınlık olduklarından dolayı dünyayı onlar yönetmiyorlar mı? Aynı şekilde cemaat yapılanmasının toplam sayısı toplam nüfusa göre çok düşük iken, devlet mekanizmasına bu kadar işlemesi ve devletin en kritik yerlerinde herkesten daha fazla elemanlarının bulunması onların organize olmasının bir sonucu değil mi?
Bu nedenle organize bir yapıya karşı başarılı olabilmek için yapılacak olan mücadelenin de organize bir şekilde olması gerekmektedir. Aksi takdirde bukalemun gibi şekilden şekilde girmekte herhangi bir beis görmeyen, yalan ve iftira atmaktan çekinmeyen bu yapıyla mücadele edilemeyecektir. Ancak yapılan uygulamalara baktığımızda maalesef bu yapıyla mücadelenin organize bir şekilde yapılamadığı görülmektedir. Başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere mücadele konusunda samimi olan az sayıda kişi dışında şahsen ben paralel yapı ile kamu kurum ve kuruluşlarında mücadele edilemediğini düşünmekteyim. Kamu kurumlarında mücadele diye yapılan şeyler genellikle deşifre olmuş bazı kişilerin pasif görevlere çekilmesinden ibarettir. Oysa bunların dışında kendini gizleme adına birçok cemaat elemanı olduğu halde yaptıkları dezenformasyonlarla kendilerini başka grup ve cemaatten gösterip korurlarken, cemaat mensubu olmayanları da cemaatten diye lekelemeye çalışmaktadırlar.
Bunların yanında paralel yapının devlete ve hükümete verdiği zarar nedeniyle diğer cemaat ve gruplar da sanki düşman olarak görülerek dışlanmakta ve hükümete esas samimi destek verecek kesimler de “bunlar da onlar gibi olur” paranoyasıyla maalesef etkin görevlerden uzaklaştırılmaktadır. Kamu kurum ve kuruluşlarında bu paranoya ile tek özelliği hiçbir grup ve cemaatle bağlantısı olmamak dışında özelliği olmayan kimseler etkin görevlere getirilmektedir. Öyle ki bugün cemaatsizlerin cemaati diyebileceğimiz bu kişiler hükümete destek vermiş olan tüm kesimleri rahatsız etmeye başlamıştır. Ayrıca, bu kimselerin çoğunun gerek mesleki gerekse de çevresel birikimi yeterli olmadığından çoğu zaman paralel yapının elinde oyuncak olmakta veya kamunun beklediği hizmetler etkin bir biçimde ulaştırılamamaktadır. Bu durum AK Partiye paralel yapı ile mücadelede desteğini veren tüm kesimlerde hem hayal kırıklığına hem de küskünlüğe neden olurken kendilerini geri çekmeye başlamalarına neden olmaktadır.
Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki devlet işlerinde liyakat esastır. Bir göreve kim ehil ise o getirilir. Eğer liyakat dışındaki kriterler liyakatin önüne geçmişse bu durum hem devlet sistemine zarar verir hem de insanların esasen olmadıkları bir grup veya cemaatin elemanı gibi görünmelerine sebebiyet verir. Ayrıca paralel örneğinde olduğu gibi organize olmuş yapıların devlet mekanizmasını kendi menfaatleri yolunda istismar etmesine de neden olabilir. Bu nedenle yapılacak olan atamalarda liyakati esas almak ayrıca bütün kurumlarda dengeyi gözeterek tüm vatandaşlarımızın olabildiğince temsil edilmelerini sağlamak öncelikli kriter olarak belirlenmesi gerekmektedir. Ancak liyakatli olduğu bilinmesine ve de paralelci olmadığı tescilli olmasına rağmen sırf bir başka cemaate gidiyor diye tüm cemaat ve yapıları dışlamak dostun incitilmesine neden olur.
Eğer paralel yapıya karşı tüm cemaat ve gruplar, herhangi bir menfaat beklemeksizin, olayı parti meselesi değil de devletin bekası olarak görmelerinden dolayı, mevcut hükümetimize destek vermeselerdi belki şu anda memleketimizdeki manzara çok daha farklı olurdu. Bu insanların niyeti gerçekten Müslümanların tek umudu haline gelmiş olan memleketimizin kime hizmet ettiği açıkça ortaya çıkmış olan kimselerin elinden kurtarılmasıdır. Bu nedenle birçoğunun zerre kadar menfaati olmamasına rağmen bu güne kadar hükümetimize destek verdi ve vermeye de devam ediyorlar. Ancak bu insanlar şu an kendilerinin neden dışlandıklarını da anlamlandıramıyorlar.
Bugün için devlet idaresinde paralel yapı görevden almak istedikleri kişiler için bir maymuncuk vazifesi görmeye başlamıştır. İnsanlar paralelci olmadıkları bilindiği halde ya bunlarda onlardan farksız gibi yaftalamalarla veya paralelci iftirasıyla görevlerinden uzaklaştırılmaktadırlar. Sonuçta ortaya tek özelliği herhangi bir cemaat veya gruba dahil olmamak?! ( ki bu da şüphelidir) olan cemaatsizlerin cemaati diyebileceğimiz bir güruh ortaya çıkmıştır.
Şundan emin olabilirsiniz ki şu an dışlanan diğer tüm cemaat ve grupların mensupları yapılan onca kırıcı harekete rağmen konu devletimizin bekası olduğunda kendi menfaatlerini bir kenara bırakarak yine desteklerini verirler. Ancak bu durum ilanihaye devam etmez. Buna en güzel örnek yine İslam tarihinden çıkmaktadır. Abbasi Devleti’nin kurucusu Ebu Müslüm Horasani’ye bir gün Emevi Devleti’nin niçin yıkıldığı sorulunca der ki; “onlar dostlarının dostluklarından emin olduğu için dostlarını uzak tuttular… Düşmanlarının dostluğunu kazanabilmek için düşmanlarını yakın tuttular… Uzaklaştırılan dost dost kalmadı… yakınlaştırılan düşman ise asla dost olmadı. Her ikisi de düşman safında birleşince yıkılmaları kaçınılmaz oldu.”
Cennet mekan Abdulhamit Han’ın dediği gibi tarih tekerrür etmez, tekerrür eden insanların hatalarıdır. Milli şairimizin dediği gibi hiç ibret alınsaydı tekerrür eder miydi tarih? Umarım yöneticilerimiz tarihten ibret alarak benzer bir tekerrürün önüne geçerler. Çünkü şundan emin olsun ki paralel yapı kamuda gücünü kaybetmiş değildir. Özellikle askeriye içindeki yapıları tam bir muamma. Tüm kurumlarda sadece uyku moduna geçmiş fırsatını beklemektedirler. Kadrolar ise olduğu gibi durmaktadır. Bu nedenle başta askeriye, adliye ve emniyet olmak üzere tüm kurumlarda bunlarla mücadele edebilmek için bunlardan olmadığı kesin olan vatansever, dürüst ve devletine sadık insanları mezhebine, meşrebine, cemaatine veya grubuna bakılmaksızın etkin görevlere getirerek mücadele edilmesi gerekmektedir. Başta Ergenekon ve balyoz davasında mağdur edilen kesimler olmak üzere askeriye içinde bunlardan olmadığı kesin olan kişilerden yardım alınarak özellikle askeriyenin temizlenmesi, hakim ve savcılardan bunlara açıktan destek vererek insanları mağdur edenlerin en azından pasifize edilmesi ve tüm kamu kurumlarında da ehil olan diğer cemaat ehli veya değil tüm kesimlerle mücadelenin devam ettirilmesi gerekmektedir.
Bu mesele ne A partisinin ne B partisinin meselesi değil memleket meselesidir. Eğer ki rüzgar ters eserse 2013 öncesinde yaptıklarından çok daha fazla memlekete zarar verebilirler. Bu nedenle bu fırtınalı dönemde yapılması gereken en önemli şey kimsenin mezhep, meşrep, cemaat ve grubuna bakılmaksızın, yeni paralellerin oluşmasını engelleyecek şekilde denge içerisinde tüm vatandaş, grup ve cemaatlerden ehil ve emin kimselerle birlikte çalışmaktır. Aksi takdirde gücendirilen ve incitilen insanlar belki bunlar gibi beddua etmezler ama ne kadar süre desteklerine devam edebilirler bilemiyorum.
Sağlıcakla kalın…
Emrullah ÜNAL
* Bu yazı ilk olarak 2016 Mart Ayında www.yenidusunceler.com da yayınlanmıştır. Aradan geçen zamanda fazla değişen olmadığını gördüğümüz için yeniden yayınlama gereği duydum.
0 YORUMLAR
Bu KONUYA henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu sen yaz...